Milli bir şuur için Çanakkale-2
Çocuklarımıza milli bir ruh, milli bir şuurun verilebilmesi için Çanakkale gezimizi anlattığım yazımıza devamı ediyoruz…
***
Çanakkale’de haçlı zihniyetinin saldırısına uğradığımızı duyan Ümmet-i Muhammed, hilafeti kurtarabilmek, kardeşlerine yardım edebilmek için neyi var neyi yoksa kardeşlerine göndermek için seferber olmuşlardı. Pakistan’ın Milli Şairi Muhammed İkbal’in düzenlediği bir miting sonrası vereceği hiçbir şeyi olmayan bir kadıncağız ne yapacağını şaşırmıştı. En sonunda, zor durumda olan kardeşlerine yardım edebilmek amacıyla yavrusunu satılığa çıkaracak kadar Ümmet-i Muhammed olmanın şuurundaydı.
***
Evet, düşman yalnızca birkaç devletten ibaret olmayıp, sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması II. Dünya Savaşı'na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmasıydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş; yenilmez sayılan devletlerin mağlubiyetidir.
Fransız, İskoç, İrlandalı, Afrikalı, Senegalli, Hint, Nepal, Anzak (Avusturya-Yeni Zelanda), ne işleri vardı Çanakkale’de? Tabii ki haçlı zihniyetinin tezahürü olarak dünde, bugünde, yarında Müslümanlara saldıracaklar, yok etmeye çalışacaklardır. Bunun için her yolu mübah göreceklerdir. Hem kendi din mensuplarını (Anzakları), hem de sömürdükleri sömürge ülkelerde ki Müslümanları (Senegalli, Hint, Afrikalı) kandırıp Osmanlı’nın karşısına cepheye sürmüşlerdi.
Fransız üniformalı zencinin öldükten sonra cebinden Kuran çıkması düşündürücüdür. Aldatılan insanları bize karşı kullandılar. Sabah ezanı okur Mehmetçik. Karşı siperden bir taş gelir. Taşta kâğıt sarılıdır. Kâğıt üzerinde biz Hindistanlı Müslüman askerleriz. İngilizler Almanlardan Osmanlıyı kurtaracağız dediler. Siz kimsiniz? Gerçeği anlayınca, hemen taraf değiştirip savaşa devam ederler. Anzak mezarlığında, 3 Müslüman askeri gördüğümüzde, şimdi bu Müslüman askerlerin Anzak mezarlığında ne işi var diye yüreğimizde bir sızı hissettik. İngilizler, tarafından kandırılmış askerler. Aldanmışlığın, aldatılmışlığın tablosudur bu…
Keşke tarihten dersler çıkarıp, aynı sonuçlarla karşı karşıya kalmasaydık. Tarihten ders alsaydık, geçmişte yaşanan acıların tekerrürünü yaşamaz, geçmişte uğradığımız ihanetleri, aldatılmışlıkları, aptallıkları tekrar bugün yaşamazdık. Bugün yaşananlar, geçmişte yaşananların sadece zamanı, figüranları ve senaryosu değişmiş hali değil midir? Amerika'yla, batıyla, siyonizmle yatıp kalkanlar yok mu? Onların dümen suyuna tabi olanlar yok mu? Her yaptıklarını tevil edenler yok mu? Gözü kapalı takip edenler yok mu?
***
Rehberimiz İbrahim Kılınç Beyin yazmış olduğu Manevi Pencereden Gelibolu Cephesi kitabından bir anekdotu paylaşmadan edemeyeceğim. İnşaallah, Efendimizin hitap ettiği kardeşlerinden olabilmeyi Cenab-ı Hak bizlere nasip eylesin.
Resulullah Çanakkale'de, “ Kardeşlerimin Yanındayım”
Yıl 1928 artık İstiklal Harbi'de bitmiş ve hac kafileleri kutsal topraklara hac vazifelerini yerine getirmek üzere yollara koyulmuşlardı. Bu kafilelerden birinde de İstanbul merkez vaizliği görevini yürüten Alasonyalı Cemal ÖĞÜT hoca efendi de bulunuyordu. İşte bakın şimdi bu bahsi geçen olayı onun ağzından dinleyelim.
Mekke'de vazifelerimizi tamamladıktan sonra Medine'ye doğru yola çıkmıştık. Uzun bir yolculuktan sonra Medine-i Münevvere'de Türk hacılar sizler misiniz diyerek karşılayan bir zat oldu. Evet cevabını verdiğimiz bu zat bize çok yakın ilgi gösteriyor, uzaklardan gelmiş bir yakını gibi rağbet ediyordu. Bir müddet sonra ona kim olduğunu ve bize niçin böyle ilgi gösterdiğini sordum.
Anlatayım size dedi. Ben Peygamber Efendimizin (sav) türbedarıyım. 1915 yılında siz Çanakkale harbini yaparken buralara gelen hacıların içinde bulunan Hintli bir alim burada ki vaazlarında olsun, diğer zamanlarda olsun gözünden hiç yaş eksik olmaz, türbenin de kapısına kadar gelir ağlar ağlar giderdi. Bir müddet sonra dayanamadım ve kendisine sordum. Niçin devamlı ağlıyorsunuz ve niçin kabrinin başına kadar geldiğiniz halde, Peygamber Efendimize (sav) bir selam vermiyorsunuz? Bana soran sen olmasaydın asla söylemezdim der gibi bir müddet baktıktan sonra şöyle dedi.
Ben Peygamber Efendimizin (sav) kokusunu Hindistan'da iken bile duyardım. Lakin buralara kadar gelmeme rağmem şu ana kadar böyle bir hissiyatım olmadı. Düşünüyorum da acaba ben bir günah mı işledim. Yoksa O (sav) burada yok mu? İşte bu sorunun cevabını bulamadığım için ağlıyorum. O anda bir anlam verememiştim bu söylediklerine. Fakat aynı akşam rüyama Peygamber Efendimiz (sav) geldi ve bana; O Hintli kardeşime söyle, herhangi bir günahından ötürü değil, onun da tahmin ettiği gibi ben şu anda burada değilim. Şu anda ben Çanakkale'de kardeşlerimle birlikteyim.
Sabah, Hintli âlime bunu söylediğimde büyük bir rahatlama hissetmiş olacak ki onu bir daha ağlarken görmedim. İşte bu yüzden Peygamberimizin (sav) Kardeşlerim, dediği siz Türklerin buralara gelişini uzun yıllar bekledim. Türklerin geldiğini duyduğum an o rüya aklıma gelir ve sizlerle kucaklaşmak için yanınıza gelirim. Allah c.c. Çanakkale'yi bu millete bir daha yaşatmasın...
Not: Çanakkale’yi gezebilmek, Çanakkale’de ki manevi havayı hissedebilmek için muhakkak milli şuuru olan bir rehber ile gezilmesi tavsiye ederiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.