Ana Dolu Hikâyeler’inin Sesi*
“…Haçlı seferleri sırasında Haçlı ordusu ile Selçuklu ordusu, bu dağın yamaçlarında karşılaşmış. Dağın yücelerine kadar kıyasıya çarpışmışlar. Selçuklu ordusundaki beylerden Ellez Gazi’nin başı kopmuş. Başı gövdesinden ayrıldığı halde hâlâ çarpıştığını öğrenen babası ‘Yeter! Çök Ellez, çök!’ diye haykırmış. İşte o zamandan sonra dağın adı Çökelez olmuş” (Ayşe Ay, Ana Dolu Hikâyeler)
Anadolu toprağı nice cevherlerle, muştulu doğuşlarla, zenginliklerle doludur.
Değerli Yazar Ayşe Ay, “Ana Dolu Hikâyeler” adlı eserinde; Anadolu ruhunu, daha çok kadınlar üzerinden anlatıyor, sorular sorup, bazı gerçeklerle bizi yüzleştiriyor.
Belki unuttuğumuz, yeterince çağdaş(!) bulmadığımız için mesafeleri arttırdığımız ama çok şey borçlu olduğumuz sadık, cefakâr kadınlarımızı, her kesimden duruşlarıyla örnek olabilecek analarımızı, hakikî kahramanları hatırlatıyor.
İyi bir gözlemci olan Yazar, köy hayatının meseleleri ve havasına, fabrika atmosferine, çobanlık gibi farklı mesleklere; yöresel ifadelere, âdet ile geleneklerimize, tarihî efsanelere kadar kalemiyle uzanıp göz önüne getiriyor.
Kadın kahramanlar bir Anadolu mayasını, kutlu bir yürüyüşü de ihsas ediyor. Onlar, Güzele taliptir. Kaderin önüne çıkardığı engelleri; başı dik, onurlu bir biçimde geçerler. Gönülleri yücedir.
Başlarına ne gelirse gelsin bazen sabır taşı misali tek arkadaşları ulu pelit ağacı kalsa da (bkz. Şerife Babaanne) tevekkül sahibidir, inançlıdır. Dirayetli, meziyetli ve vakarlıdır. Yenilmiş gibi gözükseler de asıl muzafferlerdir.
Genci yaşlısı da çetin imtihanlara maruz kalan, kiminde geleneksel bir ahlakı sürdüren, ayakları üzerinde duran, bir anlamda görev ve sorumluluk duygusunu yüksekte tutan metanetli insanlardır. İsyanda durmaz maziyi inkâr etmezler fakat menfi şartlarını düzeltmek için bitmez tükenmez bir uğraş verirler.
Aşk, yaşamak, ömür hep emek, özen, kıymetli inşalar ister. Hikâyelerdeki Vahit Bey gibi bazı erkekler bunun farkında değildir yahut hatalarını geç anlarlar.
Yazarın tercih ettiği kadınlarsa aşkına, hatıralarına, kök değerlerine, emanete sahip çıkar, hayatı incelikleriyle örerler.
Kitabın ilk hikâyesi Sensiz de’de; Nihal, her ne kadar sevdasıyla zorlanıp, baskı altında bulunsa da aşk ezikliğini yenilgisini içine bastırır.
Sonundaki, anlatıcılığı ele alan Siyah Passat’da ise; kızın serüveni devam eder. Passad, aşkın, yolculuğun hüzünlü bir simgesi olup ıstırabı arttırsa bile Nihal için kıymetlidir. Nihayetinde yollar, şoförler, duraklar geçilir gider, geride “İnsan özü, Ben” kalır.
Şerife Babaanne hikâyesi, seçimlerimizin önemini, bedelini vurgular. Şerife müstesna bir olgunlukla mesela erken ölmüş kumasının(ikinci eşin) çocuklarını büyütür.
Tek Kulak’taki Koca Ana, hatalı davranışlarda bulunan yakınlarına, maddî manevî sağlıklı bir düzenin sürmesi için birlik beraberliğin, birbirine kenetlenmenin önemini öğütler.
Ayşe Hanım’ın hikâye kişileri; eşyayla, hayvanlarla, tabiatla bağlar kurar. Onlardan bir çeşit ortaklık, hayat sızıntısı, ümit çıkarır.
Karakterler teselli edilip, üstü örtülü de olsa, başka pencereler, bakış açıları, değişik çıkışlar ima edilir. Neticede görme, işitme, duyu(msama) sahaları genişler.
Öksüz Teslime’deki bayrak, İstiklâl Harbimizin azîz sembolünü ve eşsiz kahramanlarını ifade ettiği gibi, dört gözle beklenen bir düğün gününün dama dikilen mutlu habercisidir de…
Yuva, sadece evimiz değil, tüm vatan sathıdır:
“Yuva bizim her şeyimizdi. Bize atalarımızdan kalan mutluluktu, hatıralarımızdı. Bizi son nefesimize kadar çağıran, kendine çeken ve bize ‘Artık çök!’ diyen toprak parçasıydı.”
Lâkin Dönüş’teki, “ hayatın acımasızlığı ve zorluğuna karşı savaş veren, kendini Ellez Gazi’ye benzeten 67 yaşındaki Nazire Teyze, yaralı olmasına rağmen direnir, kolayca çökmez.
Yazar varlığı dillendirir, anlam yüklerken, sevecenlikle onlar kanalıyla sulhçu mesajlar verir. Bir manada kendiyle barışıklığın işaretidir bu ve bütün hayat dilini, okumalarını imler.
Gülsemin, dudaklarımızda tebessümler uyandırır. Bir yandan ilginç bilgiler ediniriz:
“ Annesi, Gülsemin kendini bildi bileli evde öldürülmüş bir akrebi su dolu cam bir kavanoza koyup pencere önünde saklardı. Gülsemin’in tahminine göre sıcak bir iklimde yaşadıkları için sık sık akrep tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarından dolayı annesi bu cam kavanozdaki akrepli suyu tedbiren panzehir olarak tutardı. Yirmi iki yaşın sahibiydi, bu panzehirin kullanıldığına hiç şahit olmamıştı. Ama nedense turşu kurar gibi annesi bunu evde hep hazır tutardı.”
Oysa bu cam kavanoz kırılmıştır. Gülsemincik bunun kaygısını çektiği gibi, akşam eve gelen görücülerle, yakışıklı damat adayıyla, szögeilşi onun ayacığıyla ilgili endişelere de kapılır:
“Gülsemin onun önünde durup mahcubiyetle fısıldadı: -Siz de hoş geldiniz.
Bir an göz göze geldiler. Uzun boylu, dost yüzlü biriydi. Hayatında ilk kez gördüğü bu genç adamı sanki doğduğundan beri tanıdığı hissine kapıldı. Onun cevabını beklemeden başını önüne eğdi. Sadece genç adamın kocaman ayaklarını görüyordu. Nedense beyaz çoraplı kocaman ayaklar ona sabah yere düşürüp kırdığı akrep kavanozunu hatırlattı. Ya şimdi, bu sıcak yaz gününde eve bir akrep girse, o kocaman ayakları soksa… Ne yaparlardı? Annesinin panzehiri yoktu artık.”(s. 95)
Kitapta hikâyelere bazen türküler, şarkılar eşlik ediyor, şairler devreye girip, şiirler yaşamın müziğine karışıyor. Ve kadınlar durmaksızın ilerliyor.
Tablo’da cehaletle, çevresindeki kimi izansız insanlarla mücadele etmek durumunda olan Aysel; kararlarında ısrarlıdır. O, kendi hayatının, yolunun da Ressamıdır. Çizdiği tabloya yeni günlerin, baharlı yarınların müjdecisi, ötücü mesut kuşlar ekler.
Bir gönül evindeki cıvıltılı kadın sesleri, sanat, öncüler, bilinçli hedefler, hatta mâniler, güçlü inançlar; onları kalıcı mağlubiyetlere sürüklemekten korur; yeni şahsiyet temsillerini, aydınlık gidişleri ilerleyişleri çağrıştırır, kılavuz olur.
Anadolu’nun, k(adının)kuvveti g(özü) olur.
Ayşe Ay hanımefendiyi tebrik ediyor, nice kitaplarıyla buluşmayı diliyorum.
* Ayşe Ay, ANA DOLU HİKÂYELER, Lepisma Yayınları
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.