Kâbe’deki Bloknot
…O zaman hacca giden pek nadirdi. Otobüslerle gidilir, yolculuk bazen aylarca sürerdi. Hacca giden kişi dönüşte ahiretten geliyormuş gibi karşılanırdı…
Bu satırlar Üstad Ömer SEVİNÇGÜL’e aittir. “Hayat Sevince Güzel” adlı eserinin arasından süzülerek konuverdi metnin başına.
Bizler her şeyden önce heyecanımızı kaybettik! Bir zamanlar meşakkatle ulaşılan nimetlere bugün kolayca ulaşabilmek bu kayba sebep olduğu gibi, halimizdeki ve niyetimizdeki değişiklikler, ulaşımdaki hız, sanal ortamdaki paylaşımların manevra kabiliyeti de bizi kolay ulaşılabilir kıldı. Hem niyetimize hem ahvalimize…
***
Cuma namazında hoca efendi vaaz verirken, hutbe okurken parmaklarını pervasızca cep telefonunun ekranında gezdiren kardeşimize kutsal topraklara yolculuk nasip olduğunda, muazzez o beldede yapacağı da bu minvalde hareketlerdir. Sabah namazı buluşmalarında çekilen selfiler, hac ve umre zamanlarında gerçek kişilerin ismi yazan bloknotlu, postitli fotoğraflar, Kâbe’nin arka plana alındığı paylaşımlar daha çok kirletiyor dünyamızı. Dikkat ettiyseniz önceki cümlede “gerçek kişi” ifadesini kullandık. Zira böyle giderse paçavra diyebileceğimiz o kâğıt parçalarında tüzel kişiliklerin de ismini göreceğiz. Şirketler, belediyeler, üniversiteler hatta vakıflar, dernekler…
***
Okuma alışkanlığı, yazma kültürü, yanında kalem ve not defteri bulundurma adeti toplumumuzun büyük çoğunluğunda yoktur. Toplumumuzun bu olumsuz hâli ortada iken Mescid-i Haram’da avuç içi kadar bloknotlara, yapışkanlı rengârenk postitlere ya da defterin ucundan özensizce koparılmış kağıtlara yazılan şahıs isimleriyle Kâbe manzaralı fotoğraf çekmek için girişilen çaba gerçekten çok özel bir çabadır. Hatta bu konuda halkımız teknolojiyi daha etkin kullanmaktadır. Son zamanlarda elle yazılan kağıtların yerini bilgisayardan çıktısı alınan kağıtlar aldı. Bu dünyada kimse kimsenin niyetini bilemezken, kimse kimsenin de hesabını bilemez. Zira; herkesin bir hesabı var, selfilerin bir hesabı var, her amelin bir hesabı var…
***
“Hesaplanabilir hayatlar ahlaki ve vicdani hayatlara ihtiyaç duymuyor” dedi, Üstad Atasoy MÜFTÜOĞLU.
Bahse konu bu işlerin kesin olarak kötü olduğu net şekilde söylenilmese de iyi olduğu hiç söylenemez. Hurafenin teknolojiyle birleşmesiyle çıkan bu adetler çaput bağlanan ağaçları, kilit takılan köprüleri, konuşamayan çocukların ağzına sokulan cami anahtarlarını bir nebze rahatlatsa da yanlışa giden bu yolun nereye kadar uzanacağı belli değil.
Belki, başlangıçta çok iyi niyetle yapıldı, insan değer verdiği bir yakınıyla sevincini paylaşmak istedi, Kâbe’yi çıplak gözle ilk gördüğünde yaptığı duada kâğıtta adı yazan şahıs da nasiplendi… Hususi bu amel kâğıtta ismi yazan kişiler tarafından umuma açılınca tılsım bozuldu, niyetler farklı şekilde okunmaya başlandı, riya, paylaşım ve beğeniler arasında mekik dokudu…
***
“İnsanlar takva zannıyla kendi hâllerine bırakılmış olsaydılar, herkes kendi keyfince bir yol tutturup giderdi” dedi, Üstad Rasim ÖZDENÖREN. Allah merhametiyle ağırlasın…
Mahremiyetin ortadan kalktığı, insanların kendiyle baş başa kalma imkânı bulamadığı bu zamanda kalabalığın içinde yalnız kalabileceğimiz, halimizle baş başa kalıp derin düşüncelere dalabileceğimiz, iç muhasebemizi en karışık hesapların arasından sıyrılarak yapabileceğimiz o zamanların kıymetini bilemeyerek bir tık uğruna kaybetmenin adıdır bu zamanın dünyası. Bir hilal uğruna batan güneşlerin torunları şimdi bir tık uğruna doğmaya çalışıyor. Hem batıdan hem batıldan…
Sûfîlerin dediği gibi: “Halin ne ise zamanın ondan ibarettir”.
Bir de şöyle düşünün! Üzerine Latin harfleriyle yazılmış birkaç kelimeyle kendini Kâbe’nin önünde gören haram işlerin döndüğü müesseselerin promosyon bloknotu ne hisseder?
“Aklımıza gelen başımıza geliyor” dedi, meczup ve şöyle devam etti sözüne: “Başımıza gelen aklımıza gelmediği gibi başımıza gelecek olan da aklımıza gelmiyor”.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.