Batının Türkiye Sıkıntısı
Bilindiği gibi Batı, 20.yüzyılın başında, dünyanın en yaşlı imparatorluğunu; Osmanlı’nın ipini çekip tarih sahnesinden sildi. Emperyalistler, o zaman Osmanlının başına nasıl çullandılarsa, aç köpekler gibi nasıl saldırdılarsa 21. Asrın başında da Osmanlının küllerinden doğan genç cumhuriyete atlarıyla itleriyle öyle saldırıyorlar. Türkiye’nin toparlanmasını, kendine gelmesini, bölge üzerindeki tarihi misyonunu yeniden sorumluluk bilinci ile omuzlama teşebbüsünü akamete uğratmak için var güçleriyle, daha bir azgınlıkla saldırıyorlar. Gırtlağımıza sarılıp, savunma gücümüzü felce uğratıyor, bizi kan gölünde boğmak istiyorlar. Hem de kendi kan gölümüzde.
Dünyanın bu çilekeş coğrafyası Ortadoğu, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü servetleriyle, maddi ve manevi değer yargılarıyla daima dünya için, Avrupa için bir cazibe merkezi konumundadır. Üç semavi dinin kutsal makamları Li-hikmetin bu topraklarda bulunuyor. Haçlı seferlerinin sebebi, o tarihlerde, sadece doğunun zenginliğini talan etmek düşüncesine bağlanamaz. Bu talan ve yağma ile beraber bu kutsal mekânları inançsızların elinden kurtarma emel ve arzusu da vardı.
Bütün kadim kültürlerin zuhuru, insanlığın beşiği, Fırat havzası. İlk çağların kültür ve medeniyetleri hep buralarda zuhur etmiştir. İlahi dinlerin buralarda zuhuru, vahyin aydınlığında şekillenen Hak dinler, Ortadoğu’nun başka zenginlikleridir. Onun için insanlığın tarih boyunca ilgisi hep bu topraklar üzerinde yoğunlaşmıştır.
Günümüzde bu zenginliğe, bu manevi zenginliğe yeni zenginlikler eklenmiştir.. Petrol, doğalgaz ve diğer enerji türlerinin kaynağı da bu mübarek topraklardadır. İşte bütün bu zenginlikler, diğer ülkelere bereket ve refah getirdiği halde Ortadoğu’nun mağdur ve mazlum insanına zulüm ve ölüm getirmiştir.
Çünkü Ortadoğu’nun sahip olduğu bu zenginliği yönetecek maalesef insan unsuru yoktur. Muhteris ve çapsız liderlerin sırf beceriksizlikleri yüzünden batının kalkınmış ülkeleri, tam bir asırdan beri buraları yağma etmektedirler.
Amerika, 11 Eylül (ikiz kuleler)’ü bahane ederek Irak’ ı işgal etmiştir. Irak halkını Saddam’ın zulmünden kurtarmak gibi bir hedef uydurularak, Irak topraklarının zenginliği yağmalanmış, orada bir Kürt devleti kurulmuştur. İktidar Sünni Saddam’dan gasbedilmiş, İran yanlısı Şiilere peşkeş çekilmiştir. Bütün müzeler, kütüphaneler, tarihi eserler yağmalanmış, Irak topraklarının zenginlikleri Amerika’ya taşınmıştır. Bütün bu canhıraş olaylar, yüzyıl evvel bizim olan topraklarda cereyan etmektedir. Ölüm, kıyım, yağma, sürgün, tecavüz, ihanet, zulüm, şiddet, kargaşa, anarşi, ve terör vs.
Suriye bizim için ayrı bir çıbanbaşı olmuştur. 900 kilometrelik hududumuz ve sınır boylarında yaşayan halkımız, tehlike altındadır. Irak'ın işgali, diğer Avrupa ülkelerinin iştahını kabartmıştır. Esed, Suriye halkı üzerinde her türlü insanlık dışı muameleyi denediği, şehirleri yakıp yıktığı, milyonlarca insan katliama maruz kaldığı, masum çocukların ve kadınların varil bombaları ile katledildiği halde batının insan hakları sorumlusu sözüm ona devletler hiçbir insani tepki vermemektedir. Milyonlarca insan evinden, yurdundan ve canından olmuştur. Ölen de öldürülen de Müslüman olduğu için, Avrupa bu kıyımdan hatta vahşi bir zevk almaktadır. Çünkü seyredilen tablolar, çocukların ve masum insanların botlarda, denizlerde kayboluşu, balıkları yem oluşu, sahile vuran bebek cesetleri bu merhametsiz batıyı hiç ilgilendirmemektedir.
Ortadoğu'nun tam dört asır süren huzur ve sükûnu Avrupalıların bitmez tükenmez Ortadoğu hırsı sebebiyle bir nihayetsiz kargaşa ortamına sürüklendi. Bütün bu coğrafyada yaşanan sancıların, sonu gelmez anarşi ve terörün sebebi bu topraklarda bulunan petrol yataklarıdır. İnsanlar, bunun için öldürülüyor, coğrafya bunun için kana bulanıyor, halk, çocuklar, kadınlar, güçsüzler, bu servete konmak
için yurtlarından yuvalarından çıkarılıyor, ma’mureler bunun için harabeye çevriliyor. Coğrafyanın kaderi bunun için zorlanıyor. Hâlbuki bu zenginlikler müstevlilerin kendi topraklarında da mevcut… Ama onlar hini hacette kullanmak için korunuyor, ama Ortadoğu'nun ki yağmalanıyor, onunla birlikte insanlar da savruluyor.
Böyle sancılı bir coğrafyanın Abbasiler döneminden beri Türk idaresinde olması, bu bölge için bir şanstı, bir mutluluktu… Ama Türklerin ikbal yıldızı sernigün olmaya başlayınca hem Türk'ün hem de Ortadoğu halkının talihi karardı. İkballeri idbara döndü, dünyaları karardı. Türkiye'nin bu bahtsız coğrafyaya, asla feda edemeyeceği, asla önemseyemeyeceği tarihi sorumluluk ve yükümlülükleri vardır. O yükümlülükleri ve sorumlulukları, bugünlere kadar farkında olmadan bir günah gibi sırtında değil ruhunda, vicdanında taşıdı. Her an o yükün ağırlığını sade omuzlarında değil, yüreğinde hissetti. Tabii Rusya’nın, Amerika’nın ve İran’ın; yani bu işgalcilerin Suriye topraklarında ne işleri olduğunu düşünmeden “Bizim Suriye'de ne işimiz var" diyen yüreği nasırlılar bu ıstırabı duyamazlar. IRAK ve Suriye yerli ve yabancı emperyalistler ve onun uzantısı sayılan yerli işbirlikçiler tarafından hallaç pamuğu gibi savrulurken, yüreği kan ağlayanlar bu katliama, bu yağmaya, bu savruluşa bigâne kalamazdı. Nitekim kalmadı, kalamadı. Türkiye sınırları açtı. Can havliyle Üç-üç buçuk milyon insan Türkiye'ye sığındı. Hiçbir ülkenin göze alamayacağı bir fedakârlıktı bu… İnsanlık ve İslamlık bunu gerektiriyordu ve gerekeni yaptı Türkiye. Beklenen ekonomik sarsıntı da olmadı… Bu işar, bu cömertlik karşısında, uluslararası sularda seyreden Mavi Marmara'ya saldıranlar küçük dillerini yuttular. Çünkü evini yurdunu terk ederek en yakın bir Müslüman ülkeye sığınanlara karşı Türkiye sadece sınırlarını değil, gönlünü açtı, evini açtı, ekmeğini paylaştı… Onlara aş ve iş verdi. Dünya bu cömertlik karşısında şaşkına döndü. Türkiye, dünün kırık dökük Türkiye'si bunu nasıl yapıyordu? Türkiye ayağa mı kalkıyordu? Uyuyan dev uyanıyor muydu?
Avrupa, birleşik şer cephesi, Lozan’da kendi güdümlerine aldıkları Türkiye'yi elden kaçırmamak için, Türkiye'nin sistem değişikliği için aldığı referandum kararına karşı muhalefet cephesi gibi çalıştı. Almanya'dan İsviçre'ye, Hollanda'dan Belçika'ya, irili ufaklı ne kadar müptezel güruh varsa Türkiye'nin bu soylu kararına saygı duyacakları yerde onu engellemek için atlarıyla-itleriyle üzerimize çullandılar. Küfür cephesi içerideki uzantıları ile beraber, ömürlerinde hiç hayra soluk sormayanlar ‘hayır’cı kesildiler. Ama Türk halkı, Liderin peşinden gitti. Beklenen ‘Evet’ cephesi ağır bastı. Şimdi Türkiye yeni ufuklara doğru emin adımlarla yürüyecek. İnşallah.
Ama Türkiye'nin tamamen bir iç meselesi olan, idari bir tasarrufu bu Hristiyan dünyayı bu kadar niye telaşlandırdı insan anlamakta zorlanıyor. Hadi bu yerli muhalefet gibi çalışan Hristiyan batıyı ve onun davranışlarını sineye çekelim. Ama Fransa'nın itibarlı bir fikir ve aksiyon adamına, stratejist, teorisyen gibi sıfatlarla anılan saygın bir adamın vicdanını buna nasıl katlanabilir ki!.. Açıktan açığa yapılacak tek bir şey var, “o da Erdoğan'ın öldürülmesidir” diyebiliyor. Ve medeni dünyadan bir itiraz sözü yükselmiyor. Demokratik bir ülkenin devlet başkanı teröristlere hedef gösteriliyor. Medyalarında şakağına tabanca dayanıyor!.. Ne yapıyorsunuz, bu insan haklarına aykırıdır. Demokrasinin beşiği olan Avrupa'ya, Avrupalılığa bu yakışmıyor, denmiyor. Bu nasıl bir Türkiye düşmanlığı ki aydınlardan halka doğru yayılıp gidiyor. Anlaşılıyor ki Osmanlı'nın misyonuna talip olan Türkiye, irili ufaklı bu Avrupa ülkelerini ciddi manada endişelendiriyor. Ve daha fazla gecikmeden Türkiye'nin yolu kesilmeli ve hatta ondan kurtulmak için ne lazımsa onu yapmanın telaşı içinde Avrupa kıvranıyor. Rahatsızlığın, sıkıntının sebebi son 15 yılda Türkiye'nin gösterdiği performans, Avrupa'nın yüreğine korku salıyor. “Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler, Allah ise nurunu tamamlamak istiyor, kafirlerin hoşuna gitmese de!..”(Saff Suresi, Ayet:8)
Anlaşılıyor ki Avrupa, şaşkınlığını ve taşkınlığını burada bırakacak değildir. Bundan sonra her platformda Türkiye'nin yürüyüşünü engellemek için elinden geleni yapacaktır. Nitekim yapıyor. Suçluları, kanun kaçaklarını anlaşmalara rağmen iade etmiyor. Teröre yardım ve yataklık yapıyor…
Bizim resmi temsilcilerimize ve vatandaşlarıyla görüşme imkanı vermediği halde teröristlere hem sığınma, hem barınma hakkı veriyor. Türkiye aleyhine gösterilere her türlü desteği veriyor. Mabetlerimize hakaretler yapılıyor. Kutsal, dini merkezlere saldırılıyor, ibadet esnasında insanların yüreklerine korku salınıyor. Hırsız ve ahlaksız fetöcülere kucak açılıyor. Onlar semirtiliyor. Türkiye aleyhindeki faaliyetlerine göz yumuluyor, sadece göz yumulmuyor, onlara her türlü destek veriliyor. Milletten çalınan ve gasp edilen Himmet paraları ile istedikleri gibi Türkiye aleyhtarlığı yapıyorlar. Daha akla hayale gelmedik ne kadar melanet ve kötülük varsa bunları sergileme, yayma ve geliştirme uygulama imkânı varsa hepsini yapma imkânı ve cüreti veriliyor. Niçin!.. Türkiye'yi tökezletmek, yolunu kesmek ve durdurmak için!..
Türkiye bunlara pabuç bırakacak mı?!. Hayır! Türkiye yoluna devam edecektir. Onlar engelleyecek, biz o engelleri aşmak için yürüyüşümüze devam edeceğiz.
Türkiye, Müslüman Ortadoğu'nun, Moğol yıkımından daha dehşetli savruluşuna, bir kere daha müdahale edecek kıvama gelecek, bu toprakların kaderine bir kere daha el koyacak… Gazan mübarek olsun Ey şanlı ordu, ey şanlı millet!..
Cengiz Han'ın ve torunu Hülagü’nün yakıp yıktığı İslam kültür ve medeniyeti nasıl Türkler tarafından yeni baştan onarıldı, ihya edildi ise bu son yıkımda da inşallah Türk'ün nasırlı eli ve coşku ve hakimiyet dolu gönlü bu dünyayı ma’mur edecektir.. Beklenen budur!..
Yüzyıl yıl evvel vatan şairi Namık Kemal:
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletten
Diyordu. Yaralı aslan, yaralarını sardı, gaflet uykusundan uyandı. Tarihi misyonunu omuzlama iktidarını kazandı. gerisini Hristiyan Batı düşünsün!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.