Bal Kabağı
Masal dinlemeyi kim sevmez ki? Yalnızca çocuklara mı özgüdür masallar? Ağzımızdan çıkan her söz masal değil midir gerçekleşene kadar? Verilen sözler, kocaman vaatler, iyi dilekler, sevgi sözleri hepsi birer masal değil mi? Doğal olarak bizler de masal kahramanları. Sorularla başladım farkındayım fakat birazdan tüm sorular cevaplarına kavuşacak.
Masalın ne demek olduğunu hepimiz biliriz. Manasını hatırlatayım kabaca. Halkın ortak yaratısı olarak ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa aktarılan olağanüstü kişileri dolan, olağanüstü olaylara yer veren, genellikle bir tekerlemeyle ya da bir varmış, bir yokmuş gibi bir sözle başlayan bir tür halk öyküsüne masal denilmiş. Peki, biz nasıl bir masalın içinde yaşıyoruz hiç düşündünüz mü? Olağanüstü sahtelikler içinde, masallardaki kötülükleri bile gölgede bırakacak kötülükler içinde, aslında var olmayan iyilik meleği rolüne bürünenler içinde, bir varmış bir yokmuş der gibi “her zaman yanındayım” diyenlerin içinde yaşıyoruz. Yaşamak bir varmış bir yokmuş sahiden de. Ama insanlar ölümsüzlük iksirini çoktan bulmuşlar da o yüzden tuzları kuru. Ölümü sıkça hatırlamak yerine beynimizin en ücra köşesine atmış bir de örümcek ağlarıyla kaplanmış bir tavan arasında bırakmışız.
Soğuk ve sıcak olmak arasında gidip gelen bir ekim sabahı, pazarcı seslerinin bozuk para şıngırtına karışan halk pazarından bir bal kabağı düştü soframıza. Tatlısının müptelasıyım. Herkesin sevebileceği ama ön yargıları yüzünden tadına bile bakmaya tenezzül etmedikleri şirin bir tatlı. Neyse konumuz tatlı değil bal kabağı. Bu bal kabağını görünce aklıma külkedisi masalı geldi. Hani şu perinin dokunuşu ile prensese dönüşen ama gece on ikiden sonra tekrar külkedisi olan ve bir ayakkabıya bile sahip çıkamayan ablamız. Hepimiz kabuğumuzdan her sabah prenses olarak çıkıyoruz allı pullu cümleler, içi boş sevgi seremonileri, iyilik timsali maskeleri ile o saraydan bu saraya koşan prensesler gibiyiz. Akşam olup eve döndüğümüzde gerçek kimliğimizle baş başa kalıyor, acaba kimin hayatında ayakkabımızı unuttuk, diye kirli hesaplar yapıyoruz. Bizim masalımızda hayalî insanlar rol alıyor. Kime sorsanız hep iyi ve hep mağdur… Mademki herkes bu kadar iyi ve masum o halde zulmeden kim? İşte bu sorunun cevabını ben veremiyorum. Herkes kendi masalının hem cadısı hem perisi… Bize bizden başka kimsenin zarar veremeyeceğini öğrenemedik bir türlü.
Doğada olup bitenler insanlığın birer yansıması bana göre. Sonbahar renk cümbüşü olmaya devam ediyor. Bir bir sararıp düşmeye başladı bile yapraklar. Tıpkı insanlar gibi. Mevsimi sonbahar olan insanlar da sararıp düşüyor dalından. Ama bu kimin umurundaki... Nasıl olsa son bulacak masalımız. Bizim içinde yaşamaya çalıştığımız masalın sonunda herkes bal kabağına dönüşecek…
Canım Mevlana’nın yedi öğüdündendir “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” Ben de ardına şunu ekliyorum. ya da görünme. Çünkü herkes bal kabağı sevmek zorunda değil.