Bir ‘Ne yapalım?‘ Meselesi-2
Çapları ve ağırlıklarına göre; büyüklük-küçüklük açısından, kapladıkları alan ve yüzey değişkenliği açısından, görevleri ve işlevsel olarak etki düzeyleri açısından, birbirine paralel, dikey ya da yatay doğrultuda, yukarı ya da aşağı yönlü olacak şekilde, iten ve çeken kuvvetlerin aynı düzenek üzerinde bulunduğu, iç içe geçmiş dişli çarklarla, ana merkezi sistemi çok yönlü ve faydalı güce ulaşmayı kolaylaştıran, oldukça güçlü ve devasa bir çark sistemi düşünün. Bir milden başka bir mile dönme hareketi iletmek ya da son milin dönme yönlerini değiştirmek için kullanılan, birbirine bağımlı ve detaylı bir alt yapıyla, sistematik bir şekilde çalışan makina elemanlarına ‘ dişli çark ‘ adı veriliyor. Bahsi geçen bu iki mil, birbirine paralel olabileceği gibi, değişik açılarda da olabiliyorlar. Bu çarkların kullanım yer ve amaçlarına göre, geniş bir şekilde sınıflandırıldığını ve bu sınıflandırmada farklı isim ve işlemde görevi olan pek çok çark düzeneğinin var olduğunu ve işleyişleri farklı farklı olan, bütün bu çark sistemlerinin, aralarındaki iletkenliğe ve başkaca unsurlara bağlı olarak, büyük bir mekanizmayla çalıştığını söyleyebiliriz. İşte şimdi sizden, böyle bir çark sisteminin hareket etme ve çalışma şeklini zihninizde kabataslak canlandırmanızı isteyeceğim. Biliyorum belki biraz karmaşık gelecek ama eminim hepimizin zihninde mutlaka bir şeyler oluşacaktır. Nasıl ? Her şey yolunda mı? Sistem nasıl da tıkır tıkır çalışıyor öyle değil mi? Saat gibi! İnsan resmen, bu muazzam işleyiş karşında hayran hayran bakakalıyor. Belki de dakikalarca seyretmek istiyor. Her şey nasıl da kusursuz! Fakat... Aa! O da ne? Bir anda bir şeyler ters gitmeye başladı. Ve bu devasa sistem birden durdu. Anlaşıldı ki mekanizmayı çalıştıran çarklardan birinin, çok küçük bir dişi kırılmış. Küçük ama etkisi büyük bir diş... Küçük ama koskoca mekanizmayı durdurabilen, en azından sekteye uğratabilen küçük bir diş... Tıpkı boykot gibi. Evet. Söz konusu; çalışma mekanizmasından şöyle bir bahsettiğimiz bu çark sistemini uluslararası ekonomik düzene benzetirsek, kırılan ve bu büyük sistematik işleyişi durdurabilen; durduramasa da, en azından sekteye uğratabilen, bazı şeylerin en istenildiği şekilde yolunda gitmemesini sağlayabilen o küçük dişi de boykota benzetebiliriz. Etkisi küçük gibi görülen ya da tamamen herhangi bir etkisinin olmadığı düşünülen, fakat işe yararlılığı açısından asla önemsiz sayılamayacak, başarısı küçümsenemeyecek düzeyde olan küresel – toplumsal bir durumdan bahsediyorum. Biliyorum, her ne kadar çevremizde ya da toplumun genelinde; boykotun bir şeyleri değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini düşünenler olsa da, ben hem bir iktisatçı, hem de toplumun bir ferdi ve en önemlisi bir tüketici olarak asla öyle olmadığının kanaatindeyim. Her zaman söylediğim gibi, boykotun büyük bir güç olduğuna inanıyorum. Fark edilen, hissedilen ve caydırıcı bir güç... Bireysel, toplumsal ve doğal olarak küresel bir tepki. Farklılıkların ve koşulların sürekli değişkenlik gösterdiği günümüz dünyasında sağlam bir konumda yer edinebilecek ekonomik bir direniş. Unutmayalım. Her tüketici potansiyel bir boykotçudur. Çocuklarımız bile. İstek ve ihtiyaçlarımızı akılcı ve en mantıklı biçimde tespit etmemiz halinde, doğru tüketim şeklini öğrenmiş ve yaşantımıza en güzel şekilde yansıtmış oluruz. Böylece sonu gelmeyen tüketim çılgınlığından kendimizi soyutlayarak, boykotu kolaylıkla hayatımıza empoze edebiliriz. ‘ Başkası yapsın ‘ düşüncesine son vererek, insanlığı ve küresel düzeni belli başlı çevrelerin esaretinden bir nebze de olsa kurtarabiliriz. “Gerçekten boykot bu kadar işe yarar mı? “ diye düşünebilirsiniz. Evet. Boykot işe yarar. Çünkü uluslararası iktisadi gidişatta, her anlamdaki dünya dengelerinde, üretici ve tüketici açısından itibar ve imaj her şeydir. Örneğin; 2006 yılında Peygamberimiz (s.a.v)’ e yönelik karikatürlerin yayınlanmasının ardından Müslüman ülkeler, Danimarka ürünlerini boykot kararı aldı. Avrupa’nın en büyük gıda ürünleri şirketi olarak bilinen bir marka, her gün yaklaşık 1, 36 milyar dolar kaybetti. Filistinlilerin haklarını savunmasıyla tanınan bir sivil toplum örgütü ise, 2013 – 2014 yıllarında Avrupa ülkeleri üzerinden İsrail’ e karşı başlattığı boykot kampanyası sayesinde, İsrail ekonomisi 6 milyar dolar kaybetti. Adı geçen bu sivil toplum örgütü hala çalışmalarına kararlılıkla devam ediyor. Günümüzde de dünyaca bilinen pek çok şirket ve marka, karlarını ve sermayelerinin önemli kısmını, işgal güçlerini desteklemek maksadıyla kullanmalarının sonucu olarak dünya çapındaki büyük boykot hareketleriyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu ve bunun gibi örnekleri çoğaltmamızda mümkün. Görüldüğü gibi boykot etkidir, etkindir, etkilidir. Yalnızca ‘Müslüman ‘ olmasından ötürü her türlü çirkinliğin reva görüldüğü toplumların yanında olduğumuzu göstermek için yöneldiğimiz, akıl ve vicdan temelli insanlık mücadelesidir. Nitekim Yüce Rabbimiz ( c.c.) de kutsal kelâmında pek çok kez; kesin ifadelerle, bu konuda bizleri uyarmaktadır. Maide suresi, Mümtehine suresi ve özellikle Hud suresi’ nde geçen ayetler de bunun en sağlam ve sarsılmaz delilleridir. “ Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’ tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz. “ ( Hûd suresi 113) Evet kıymetli okuyucu. Bu konuyu önemseyip, yazıyı buraya kadar okuduğun için öncelikle teşekkür ederim. Ve şimdi kendimize, bizzat kendimize sormamız gereken asıl soru şu: “ Amaan! Ne yapalım canım! Bizim boykot etmemizle ne değişecek sanki?” mi? Yoksa; “ Hadi! bir şeyler yapalım. Ne yapalım da kardeşlerimizin yanında olalım? Ne yapalım da onlara desteğimizi hissettirelim? “ mi? Karar senin...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.