Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Şimdi şoförlük zamanı

Şimdi şoförlük zamanı

Son derece işlek, arabaların vızır vızır geçip gittiği kalabalık bir otobandayım. Böylesi bir sahada varlık gösterebilmek için de bir araba lazım elbette. Nitekim arabamın içerisindeyim. Şu ellerim, şu gözlerim olduğundan beridir hem de. Aksi takdirde böyle bir yolun varlığını bile bilemezdim ki. Gaza basıyorum. Basıyorum, geri kalmayayım. Yoksa az sonra duracak gibi araba. Öyle duruyor. Yolun ortasında beni yüz üstü bırakırsa hiç iyi olmaz tabi. Ne var ki bir türlü hızlanmıyor, hızını almıyor, alamıyor, gazı yemiyor meret. Nesi var anlamıyorum…

Size bu otoyoldan bahsedeyim önce biraz. Yol kenarlarında hiçbir trafik levhası, uyarısı, yazısı falan bulunmuyor bir kere. Bir düşünün! Sürücü pür dikkat kullanmalı arabayı. Gözünü yoldan hiç mi hiç ayırmamalı. E hem bu kadar yoğun bir trafik, hem de bu levhasızlıkların verdiği ‘önceden kestirilemezlik’ düşünülünce, araba sürmek zor zanaat tabi. Kolay değil. Yorucu. (Gerçi bazen de keyifli oluyor. Ne bileyim işte…) ki açık seçik önünüzde uzanıp görünen geniş bir otobandan da bahsediyor değilim ben. Aksine, sapılması gereken ara yollar, içinden geçilmesi gereken bazen ucu açık bazen kapalı tüneller, çıkmaz sokaklar, uyulması lazım gelen hız sınırları, falan filan… Hal böyleyken, “Neden herkes bu yola koyulmuş da bu kadar çılgınca bir trafik ortaya çıkmış?” diye sorabilirsiniz şimdi haklı olarak. Cevaplamaya çalışayım…

Arabaya bindiğini, o binme anını bile hiç hatırlamayan, sanki oradayken; arabanın içerisindeyken var olmuş gibi -peydah olmak da denilebilir- yani elbette gerçekte öyle değil ama işte bilinçlenmeye başlarken de ilk olarak içinde bulunduğu bu arabayı ve üzerinde yol alması gereken bir otoyolu gören sürücülerden bahsediyoruz. Yukarıdaki soruya dönersek, kasıtlı olarak yapılan bir ‘yola çıkmak’ eyleminden de söz edemeyiz bu yüzden. ‘Yola koyulmak’ derkenki ‘koyulmak’ tam olarak, başka ve büyük bir güç tarafından ifa edilen ve bizi edilgen bir halde bırakan, yönlendirici ve ‘üst’ bir fiil, o halde. Bu durumda insanın yaşadığı gerçeklik, edindiği tek ve kendince gerçek olan hayat algısı da bundan teşekkül ve ibaret olmaz mıydı o zaman? Yoldan ibaret? O halde “Bu arabaların ve yolların dışında bir yaşam yok ve olamaz” diyen sürücülerle de, ruhları kastediyorum aslında. (yalnızca bu teşbihle işaret ettiğim şeyi söyleyip, diğerlerini size bırakacağım bu arada) Hoş, onun hakkında da pek az bilgimiz vardır gerçi. “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsra, 85) O halde ruh sözcüğü yerine can kelimesini de tercih edebiliriz biz şimdi. ‘Araba’ ve ‘otoyol’ benzetmelerinin de, siz zeki okuyucular için zaten yeterince açık olduğunu var sayarak devam edelim yazıya.

Biliyor musunuz, tek yönlü bir otoyol burası. Çizgisel bir şekilde, hep ileriye doğru giden. Geri dönüş yok. Tıpkı zamanı geriye alamayış gibi; geçmişe geri dönemeyiş gibi. Bir de, kimse deposundaki benzinin miktarından haberdar değil. Belki az ileride araba duracak, belki de daha çok yolu var. Ha araba sürmek, ha ömür sürmek yani. Anlatabiliyorum, değil mi? Arabaya yaptırılan bakımlar ve makyajlar var bir yandan ama hiç birisi onu gerçek anlamda yenilemiyor, zamanı yenemiyor, almış oluğu kilometre yolları sıfırlamıyor. Yol öyle. Eskitiyor arabayı. Eskitsin. Zararı yok. Çünkü ben o araba değilim, o araba ben değilim. Yalnızca benim kullandığım bir araç o. İçinde bulunup, yolda olmamı sağlayan bir araç. Depomdaki, tarafımca bilinmeyen benzin tamamen tükendiğinde arabadan inip, yola öyle devam edeceğim. Edeceğiz. Fakat şu anda ben de bir şoförüm, sizler de öylesiniz. Arada sırada tekleyen, hastalanan, başta bahsettiğim gibi gazı yemeyen arabalarımızın içindeki bedenlenmiş ruhlarız. Benzin bitince arabadan inmek ve gerçek yola koyulma vaktini bilmeden bekleyişlerdeyiz. Bekleyiş derken, ellerimiz işte ve gözlerimiz de oynaştayken yapılan bir bekleyiş bu tabi. E otoyolun çekiciliği malum; dünya hayatının cazibesi. 

Hem, bu otoyol da nedir ki? Araba gibi, ömür gibi, tarla gibi sürdüğümüz, nedir? “Dünya, ahiretin tarlasıdır” hadisindeki ‘tarla’ değil mi? Umulur ki otobanda kesilen cezalar, ödeyemeyeceğimiz kadar yüksek çıkmaz karşımıza, günü gelince. Af yasalarına denk geliriz de… Tarlanın hasat vakti zamanlarında! Hatta iyi sürücüler ve çiftçiler de ödüllendirilecekmiş, biliyorsunuz değil mi?


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi