Sonsuzdan Sonsuza
Gölge nedir bilir misiniz?
Gölge bir his midir? Bir yokluk mu? Bir boşluk mu? Gölgeyi hissetmek var mıdır mesela?
Bir görünüm müdür gölge? Yoksa bir görüntünün görünmezliğinin varlığı mıdır sadece? Rengi var mıdır? Sesi? Ele avuca sığar mı mesela?
Bir gölge gördüm ben. Bir gölge tanıdım. Benden önce vardı. Benden sonra da var olacak. O var olduğu için varım bende. Onun varlığı ile varım. Bu öyle bir gölge ki; dağlarda gelinciklere örtü, denizde balıklara...
Yağmurda ıslanana sığınak, güneşte kavrulana barınak. Gökte ahenkle uçan kuşların yuvası bu gölge. Ucu bucağı olmayan, sonsuzluğu serinleten, geleceği aydınlatan bir gölge. Yalnız gözle değil, gönülle de görülebilen, gönülde yer eden bir gölge... Yeryüzünün en berrak, en nahif gölgesi. Gökyüzünün özlemle beklediği, onu gören bulutların, uçurtmaların heyecanlandığı asil bir gölge. Kışın ayazında ısıtan, yazın buhranında ferahlatan, hiç kaybolmayan bir gölge...
Gökteki yıldızlar adedince hamdolsun ki Yüce Rahman’ a (c.c.); o gölgenin altında doğdum ben. Ve her birimiz. Onunla büyüdük. Onunla yürüdük. Onun için yürüdük. Var olduğu için var olduk. Sonsuza dek var olsun diye varız. Dedim ya onun için yürürüz biz. Onun için koşarız. Onun her şeye değen yolunda durmayız. Duraksamayız. Yorulmayız hiç. Bin defa düşsek de, bin defa yeniden kalkarız ayağa. Onun için yaşarız, yaşatırız. ( Allah’ ın merhameti ve izniyle), uğruna ölürüz.
Çünkü söz verdik.
“ Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. “ dedik.
Mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü dedik. Kız kardeşimizin gelinliği, şehidimizin son örtüsü bildik. Biz kendimizden önce, onu öğrendik. İlk kez kalem tutan elimizle, ilk onun resmini çizdik. Başımızın üstünde, avuçlarımızın içinde tuttuk sımsıkı. Yere düşmesin, incinmesin, güzelliğine toz değmesin istedik daima. Ve ebediyete dek...
Pencerelere, balkonlara, arabalara, yollara, caddelere, dağlara, denizlere, denizlerin inci, mercanlarla döşeli en zarif derinliklerine, köprülere, minarelere, okullara, omuzlara, yeryüzünün her köşesine, gökyüzünün en yüksek uçlarına, yıldızların arasına, uzayın boşluğuna, kalbimizin tam ortasına astık O’ nu!...
O her şeyi unutturan görklü dalgalanışını her gördüğümüzde, gözlerimizin doluşuna, kalbimizin bir çocuk gibi neşeyle coşmasına şahitlik etti ruhumuz hep. Adımız, soyadımız bildik onu. Adına şiirler, methiyeler, destanlar yazdık. Dalgalandığı yerde ne korku, ne keder hissettik.
Dalgalandığı yerde Anka kuşları doğdu yeniden, bin kanatlı kelebekler uçtu, solmuş; başı toprağa düşmüş çiçekler gonca açtı birden...
İşte biz, benliğimizi orada bulduk. Ezelden ebede; o huzurlu, huşulu gölgenin varlığına sığındık.
Bir gölge gördüm ben. Bir gölge tanıdım.
Görmeyen gözle bile görülen, al kırmızı, kan kırmızı rengi olan.
Sesi, cihanın öteki ucundan duyulan...
Bir hilal, bir yıldız.
Bir can, bir canan.
Bir yol, bir yoldaş.
Bir vatan, bir bayrak.
Ve işte şimdi sen! Şanlı, asil çiçeğim...
Parla, hilal ve yıldızım!
Parla, beyaz ve kırmızım!
Parla. Ey o şanlı bayrak uğruna; canını feda eden, kıyamete kıyam eden aziz şehidim!
Parla.
Parla sonsuza dek...
Hiç düşünmeden canından geçen, hak davası için kendini siper eden, tüm şehitlerimize ve 15 Temmuz’ un kahraman bütün şehitlerine ithafen...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.