Peygamberimizin Cesâret ve Kararlılığı
Şaban ayının bu ilk Cuma gününde satırlarımıza ve sadırlarımıza O iki cihânın incisi Sevgili Peygamberimizi konuk etmeye devam ediyoruz efendim. Bugün sizlerle O güzel Nebî’nin cesâret ve kararlı duruşunu hasbihal edelim istiyoruz. Haydi başlayalım.
Peygamberimiz aleyhisselam İslâm’ı tebliğ mücâdelesinde hiçbir baskıdan çekinmemiş, en menfi şartlarda kararlılığından asla tâviz vermemiş, Hakk’ı ve hakikati anlatma azmi ve ümidi kırılmamış bir cesâret âbidesidir. Efendimiz aleyhisselam her çeşit olumsuzluğa, imkansızlığa karşı asla karamsarlığa düşmemiş, Hak dâvâsında hiç yeise kapılmamış, üç kuruş etmez dünyâya gönül kaydırmamış seçkin bir şahsiyettir. Bu özellikler elbette kadere râzı olmanın izleri ve imânın alâmetleridir. Bu eşi az rastlanır özellikler, O’nun fıtratına Rabb’i tarafından nakış gibi işlenmişti.
O aleyhissalâtu vesselam kutsal tevhid sancağını her çeşit şirke bulaşmış câhiliye Arapları arasında açarken muhteşem yiğitlik tabloları sergiledi. Bütün olumsuz şartlara, maddi imkansızlıklara rağmen O yılmaz dâvâsında müthiş bir kararlılık göstererek hep en önde oldu, âdeta ölüme meydan okudu. Bu hâliyle O aleyhisselam sanki korkuyu korkutuyordu. Hz. Peygamber aleyhisselam ilâhî kaderde ne varsa başa ancak onun geleceğini biliyor ve buna iman ediyor, ötesinden korkmuyordu. Ve O buyurdu ki; ‘Bütün insanlar toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allâh’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Bütün insanlar sana zarar vermeye kalkışsalar, ancak Allâh’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş ve yazdığı yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.’ (1) O güzel Peygamber işte o mükemmel özelliklerini böylesi kadere imandan, teslimiyet ve tevekkül anlayışından alıyordu.
Şaban ayının kahramânı Rasûllullah aleyhissalâtu vesselam Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî hakikatlerini insanlara anlatırken ki cesâret ve kararlılığında, zerre sapma göstermemiş kendi akrabalarına, kabilesine, kavmine, yılların putperestlerine, bozulmuş din mensuplarına, farklı büyük devletlere davâsını anlatmaktan zerre çekinmemişti. Câhiliyyenin en çılgın ve zulümkâr âdetlerine, kendi edindikleri putlara tapanlara, küfre düşenlere karşı, tek başına yılmadan tevhid bayrağını açarak âlemlere en mutlu ve huzurlu yaşanılır hayat modelini takdim etmekte en ufak tereddüt göstermemiştir.
Asırlardır ağaca, ateşe, taşa, doğaya, hayvana tapan, onları ilah edinen insanların tek Allâh’a iman etmelerini temin etmek, bâtılın yerine Hakk’ı koymak, gücün-kuvvetin-malın-mülkün hâkimiyetini bitirmek o devirde kolay bir iş değildi. Yer yerinden oynardı, nitekim öyle oldu. O kadar güçlü kişiler varken bir yetim geliyor, şimdiye kadar taptıklarınızı bırakın, yanlış yoldasınız diyor. Tâbiri câizse; ‘Eski köye yeni âdet getiriyordu.’ Bu hâliyle O Peygamber aleyhissalâtu vesselam bütün bir dünyâyı karşısına alıyor demekti. Bu ne cesâretti! O savunduğu kutsî değerler uğruna her türlü eza ve cefâyı câna safa biliyor yine de yolundan dönmüyor, büyük bir kararlılıkla yoluna devam ediyordu.
Kendisi ashâbıyla birlikte vahiy hakikatlerini yayma husûsunda maddi ve mânevî çok büyük zorluk, sıkıntı, zulüm ve baskılara mâruz kalmışlardı. İslam düşmanları onlara akıl almaz işkence ve zulümler icra ediyorlardı. Ancak hiçbir zorluk, hiçbir eziyet ve işkence O’nun kutsî davâsını insanlara anlatma kararlılığından döndüremiyordu. İslam düşmanları her çeşit baskı, boykot, tehdit, hakaret, saldırı hatta öldürmeye teşebbüsten dahi çekinmemişlerdi. Ama Peygamber aleyhisselam en zor ve en tehlikeli durumlarda bile metânetini kaybetmemiş, yılgınlığa ve endişeye düşmemiş, ümitsizliğe kapılmamış soğukkanlılıkla akıl ve hayal ötesi bir cesâretle haklı davâsını anlatmaya devam etmiştir. O yalnızca “…Ki onlar, Allâh’ın vahiylerini tebliğ eden, yalnız Allah’tan ve Allâh’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (2) Hükmü gereğince sâdece Allah’tan korkardı.
Hatta O’nu yolundan çevirmek için vaz geçemeyecek sandıkları nice teklifler ve vaadlerde bulundular. O onlara da iltifat etmedi. Nebî sallallâhu aleyhi vesselem öylesine eşsiz bir cesâret sâhibiydi ki her türlü maddî zorlukların mâneviyatla üstesinden gelmiş insanların gönüllerini feth ederek İslâm’ın nûruyla bed kalpleri tanıştırmıştı. Bu ne büyük bir hizmetti! Şu mübârek Şaban ayında bizler de Efendimizin güzel hasletleriyle donanmamız temennisiyle hayırla kalınız sevgili okular. Sizlere salavatları ve sevapları bol bir Cuma günü diliyoruz.
------------
1- Tirm’iz’i, Kıyâmet 59/ Hanbel, Müsned, I, 293
2- Ahzab, 39
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.