An ve Nokta
Bir an? Salise, saniye, dakika? Ne ile ölçülür bir an?
Hoş... Bu bir zaman meselesi midir gerçi? Belki de ilkin bunu sormalıdır.
Yok. "Değildir." diyelim. O halde, an'ın ne olduğuna bakalım şimdi, ikinci soruya...
İlla ki bir şeye benzetecek ve bilinen bir tanımın vasıtasıyla betimleyecek olursak bir an'ı... Noktadır, noktaya benzer, noktaya dairdir, nokta gibidir bir an, öyleyse. Kapının kilidini açan, arkada saklı ve gömülü duran uzaya dalan bir anahtardır.
Ama hangi kapının?
Noktanın içinde, ardında ve ötesindeki bambaşka bir uzama ve farklı yaşam şartlarına açılan sonsuz küçüklüğü, büyüklüğü, darlığı ve genişliği düşünün, öncelikle. "Bilmediğimiz bir şeyi nasıl düşünebiliriz?" demeyin. Düşünmek sadece bilgiyle değil; anlayış, kavrayış ve idrak ile de olur, en nihayetinde...
O halde, kapıları birazcık zorlamanın ne sakıncası olabilir ki? Kapının kilidinin açılmasında, ne gibi bir beis bulunabilir?
Günlük hayatı ve alelade şeyleri ele alalım, örneğin. 'Tek bir an' diye bildiğimiz o ufacık noktanın, akıl almaz bir ivmeyle mayalanıp çoğaldığına ve genişlediğine şahit olmuşsunuzdur muhakkak. Bir anlık bir bakışın, ifadenin; doğadaki her hangi bir hareketin ya da görünüşün, cemrenin düşüşünün ve buharın yükselişinin, aklınıza nasıl da mıh gibi çakılıp orada kaldığına hiç bir matematiksel ifadeyle karşılık bulamıyorsunuz. Anın içindeki zamansızlığa, noktanın ardındaki boşluğa şaşırıyorsunuz!
"İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı." diye bir söz duyuyorsunuz sonra. Söyleyeni belli olmayan, hele nereden çıkıp geldiğini ve yolculuğunun nereye doğru olduğunu hiç kestiremediğiniz bu söz, bir anlığına kulağınıza çalınıyor. Sonra da aklınızdan bir daha çıkmıyor. 'An' ile 'nokta' kavramları arasındaki esrarlı bağlantıya şöyle bir göz süzüveren bir güzelin, gönlünüze hiç iyileşmeyen kara bir sevdayı düşürmesi gibi...
"İlim bir nokta idi?"
Yani her şey, bütün bir geçmiş ve gelecek, bir anlık mıydı? Yoksa başından beri, biz mi yanlış anladık her şeyi? Noktayı alıp büyüten, uzatan, genişleten ve güya şekillendiren ellerimizin cehaletini, hünerden sayıp da yüz yıllardır kendi kendimizi mi avutup oyaladık ve kandırdık sadece? Ya, kendi icatlarımız olan zaman ölçümleri, gerçeği yansıtmıyorsa? Noktanın ardındaki sonsuz uzay, asıl yurdumuz ve anavatanımızsa?
İlmin bir nokta olduğundan söz eden zihin, kusurlu ve aciz olan bir beşere ait iken hele, tüm kusurlardan berî olan İlahi Güç'e ait olan sözlere bakalım bir de şimdi o halde:
"Allah, (inkârcılara) "Yeryüzünde kaç sene kaldınız?" diye sorar. Onlar, "Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor" derler. Allah, şöyle der: "Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız." (Müminun 112, 113, 114)
Uzayın ve zamanın dürülüp tek bir nokta olan bir karadeliğe gönderileceği güne selam olsun...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.