Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Aşka Âşık Olanlar Dost Olurlar

Aşka Âşık Olanlar Dost Olurlar

Yine yazımıza, ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz;

‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Hikâyemize kaldığımız yerden devam ediyoruz efendim;

“Padişâhın rüyâsında gördüğü hayal, misâfirin yüzünde de aynen görünüp durmadaydı.”

“Padişah kapıcıların yerinden ileri geçti. Kendine gaybdan gelmiş olan misâfiri karşılamaya gitti.”

Pâdişah beklemekte olduğu, kendisine rüyâsında müjdelenen nurlu mânevî hekimi gördü. Padişah rüyâlarının gerçekleşmesi için kendisi önce yalancı hekimlere başvurmuş, bundan hiçbir netice elde edememiş sonra yalın ayak ağlaya-sızlaya Yüce ve Aziz olan Rabbi Teâlâ’nın kapısına dayanmış, nihâyet sonuca ulaşmıştı. Beklediği zâtı muhterem, ayağına kadar gelmişti. Hakikaten bu değerli bir lütuf idi. Padişâhın misâfirini karşılamak için ileri gitmesi, âdeta mânevî âlemde mesâfe aldığını anlatan bir iç mânâ vardı. Burada çalışan kazanır, tabiri tam yakışıyor.

“Her ikisi de tanış olmuş (birbirini tanımış) tek bir denizdi. Her iki can da dikilip birbirlerine tutturulmaksızın birbirleriyle bütünleşmiş, bir olmuştu.”

Aslında ikisi de birbirlerini daha önce hiç görmemişlerdi ama sanki bir başka âlemden tanışan aynı fikri, aynı duyguyu paylaşan iki samimi dost idiler. İkisini birbirine kavuşturan engel ortadan kalkınca, Cenâbı Hakk’ın izniyle âdeta iki derya birleşti, aralarındaki muhabbet bağı güçlendi ve onlar ‘birbirlerine dikilmiş’ gibi oldular.

‘Bu iki kandilin bir araya gelip birleşmesinden binlerce kandil doğdu ve gönül âlemini nurlara boğdu. Burada Hz. Mevlâna ile Hz. Şems arasındaki derin ruh birliğinin ve birlikteliğinin ifâdesi görülmektedir.

Konya’da mânen zenginleşip bir gönül deryâsı hâline gelmiş bulunan Hz. Mevlânâ’ya Tebriz’den gelen Şems deryâsı karışmış ve Kurân’ı Kerim’deki: İki denizi birbirine kavuşmamak üzere salıvermiştir. (Rahman, 19) sırrı tecelli etmiş, iki denizin birleşmesiyle uçsuz-bucaksız bir ma’nâ ummânı meydana gelmiştir. Bu iki hayat kaynağı ve nur pınarının birleşmesiyle Hz. Mevlânâ şelâlesi, insanlık âlemine yeni ufuklar açmış, gönüllere güzellikler, serinlikler getirmiştir.

Şems’deki ilâhî parıltılar, Hz. Mevlânâ’nın gönül âlemine girerek onun aşkını tutuşturmuş, Şems, Mevlâ’ya giden Hz. Mevlâna yolunda köprü vazifesi görmüştür. (Yazar:Âdeta âşk dahi bu âşıklara âşık olmuştu. Pâdişah da, gelen misâfir de âşıktı, ikisinin ortak yönü aşk olduğundan ikisi dost oldular.)

Bezm-i âlemde tanışan ruhlar arasında, dünya hayâtında da, tanışma ve dostluk husûle gelir. Bezm-i âlemde tanışmayanlar, bu âlemde tanışıp, anlaşamazlar. ‘Sempati ve antipatinin temelinde bu olgu yatar’ denir.

Pâdişah ile gayb hekimi arasında ezelî bir tanışma, ülfet ve yakınlık mevcut olduğundan o ezelî rabıta, ülfetin dergâhında, onları bir araya getirdi ve tek vücut hâlinde birleştirdi.’ ( (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları, s.78) Devam edelim;

“Pâdişah; Meğer mâşukum o câriye değil, sendin, lâkin cihanda bir iş diğer işe bağlıdır, dedi.”

Dünya bir sebepler âlemidir. Bir sebep diğer bir sebebe vesile olabilir. Nitekim hikâyemizde câriyeye âşık olan pâdişah, o hastalanınca derde düşer, çâreler ararken asıl aradığını bulur. İnsanlar böyledir. Bir sıkıntısı olanlar ilk başvurdukları çâre onun mayasındakini başka bir deyişle Müslümanlığını ortaya döker. Hatta o tedbirlerle imtihan olur. Burada olduğu gibi. Her insanın lütuf zamânı iyidir, hoştur. Asıl o derde düçar olunca gerçek yüzü meydana çıkar. Padişah da önce maddi sebeplere başvurdu, çözüm bulamadı sonra baktı ki, olmuyor sonra Mevlâsının kapısını çaldı, samimiyetine göre cevap buldu. İşte herkes böyledir. Ancak asıl olan direk Hak kapısına dayanmak olmalıydı.

Hikâyemizde Hz. Mevlânâ bir ‘Hak Deryâsı’ hâline gelmesi için Hz. Şems ile tanışması gerekiyordu. Hz. Şems’in de büyük bir mürşid olduğunun anlaşılması için Mevlânâ hazretleri gibi bir okyanus ile görüşmesi gerekiyormuş. Burada asıl olan iki aşk erinin ‘vuslat’ yolundaki tecellilerde’ birlikte yol kat etmeleridir. Meselenin özü budur.

“Ey gaybdan gelen hekim! Sen bana Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhi Efdalü’t_Tahiyyat (dua selamların en yücesi onun zerine olsun) Efendimiz gibi şefkatli ve şefaatçisin. Ben sana Hz. Ömer Fâruk’un Resûl-i Müctebâ’ya tâbi olduğu gibi tâbiyim. Senin hizmetin için kemer bağladım.”

Burada pâdişah, Hz. Ömer (r.a)’i nispet ederek; Hz. Ömer 40. Müslüman olarak İslam ile şereflenince, Hz. Peygamberin önünde âdeta (eskiden uzun elbiseler giyilirdi, bir hizmet yapılacağı zaman da bir kemer ile uzun etekler bağlanırdı) kemer bağlamışsa yâni O’na hizmet ettiyse, ben de sana öylece hizmet edeceğim, dedi.

‘Gelen misâfir Tebriz’den doğan, Anadolu’ya gelerek Hz. Mevlânâ’nın gönlünü aydınlığa kavuşturan Şems hazretleridir. Hz. Mevlânâ bir müridin mürşidinin nasıl bir gözle görmesi ve ona nasıl bir hizmet anlayışı içinde davranması gerektiğini vurgulamak için, Hz. Ömer’in Allah Resulüne hizmetini örnek veriyor.’ ( (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-, a.g.e s.87)

Hayırlı Cumâlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi