Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Uzaklaşmak

Uzaklaşmak

Uzaklaşmak için gitmeye gerek yokmuş.

İkisi her zaman bir arada olmayabiliyormuş. Varlığı diğerine bağlı ve muhtaç olmayan fiillermiş bunlar. Nitekim gitmeden de uzaklaşmak, hatta bunun alasını yapmak mümkünmüş. Sorsanız bilmezdim, şu yaşıma kadar. Yeni öğrendim. Yaşa da gör demişler.

Devamlı gitmekten söz ederken kelime seçiminde meğer onca zaman hata yaptığımı; kast ettiğim asıl eyleme karşılık gelen doğru sözcüğün uzaklaşmak olduğunu sonradan anladım da... Daha yeni. Hepsi bir gecede oldu. Uzaklaşmanın, gitmekten öte ve beri bir iş olduğunu anladığım o gece yarısında yaşananları, dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım gelin şimdi...

O anki psikolojimi ve içinde bulunduğum şartları anlatabilmek için ta en başından başlamalıyım ve fakat. Gündüz gözüyle daha önce hiç görmediğiniz, bilmediğiniz ve tanımadığınız bir yerle ilk olarak gece karanlığında karşılaştığınızı düşünün şimdi. Işık ve karanlık, malum, pek çok şeyi değiştirebilir. Hele ki söz konusu olan mekan, ormanlık bir alan ise. Evet, olay bir ormanda geçiyor... Daha önce içinde bulunmak şöyle dursun, kıyısından köşesinden bile geçmediğim, hatta varlığından dahi bihaber olduğum bir ormanın içinde buldum kendimi o gece, birden bire. Hoş, 'birden bire'likteki aniliğin, itibar edilecek bir doğruluk payı da hiç yok aslında. Zira, öyle aniden kendimi orada bulmamın ardında ve altında nice birikmişlik var. Şöyle söyleyeyim, bir kütüĝe 10 defa vurursunuz, en son darbede nihayet ikiye ayrılır ama önceki 9 balta darbesinin hiç mi payı yoktur bunda? Gibi düşünün... 10. darbede aniden ikiye bölünen bir kütüğün durumu ile, kendimi o ormanın içinde aniden; öyle bir anda bulmuş gibi görünmemin durumu, anlamsal olarak aynı şeyler yani. Bardaktan taşan son damlanın öncesindeki sayısız damlanın varlığı... Sözün kısası, birden birelik ve anilik yoktur bunların hiç birisinde, azizim. Neyse, devam edelim...

O karanlık ve soğuk ormanın içinde, ıslak toprağa yalın ayak basarken adım atmaktaki gailesizlik, amaçsızlık ve yönsüzlük, elbette ki her hangi bir yere doğru götürmuyordu o sırada beni. Üzerimdeki uzun ve beyaz gecelik ise, bana ait değildi. Hafızamı zorladım ama onu giyinirken hatırlayamadım kendimi hiç. O halde başkası giydirmişti onu üzerime. Fakat kimin ne zaman bunu yaptığına dair bir tahmin bile yürütemiyordum. Çok üşüyordum. Soğukla ve gece ayazıyla barışık olan o ıslak ve içe işleyen bıçak gibi keskin havayı içime çektikçe, uzaklaşma fikrinin artık yalnızca bir fikir olmaktan çoktan çıktığını ve kaçınılmaz gerçekliğim olduğunu anladım o gece.

Bir de çok uzak bir yerlerden, adımı çağıran seslenişler duydum o gece, her ne hikmetse.

"Aslı! Aslı..." ... Seslere biraz kulak verince, onların kimlere ait olduğunu da az çok anladım. Fakat haykırışların nafile olduğunu anlayan bir insanın çaresizliğiyle, birazdan sustular hepsi. Yatağımın üzerinde yatan somut varlığımla son kez kucaklaştıkları yönündeki kesin bir bilgiye sahip oldum o an hatta. Fakat elden ne gelir iste, anlatabildim mi? Anlıyorsunuz, değil mi? Ve ben de, aslında hiç bir yerlere gitmemiş olmama rağmen bu kadar uzaklaşmayı başardığım için, ya da, bu fırsat bana sunulduğu için kendimi mutlu hissettim o sırada, o nemli, soğuk ve karanlık ormanın içinde.

Ama sonra...

Sol göğsümün üzerinde hissettiğim iki güçlü elin uyguladığı kahpe bir basınç kuvveti yüzünden, tüm o orman, o uzaklık ve o gerçeklik bir anda yerle bir oldu. Kayboldu. Ormandayken, bembeyaz olduğunu sandığım, üzerimdeki o geceliğin aptal çiçek desenlerini gördüm ilkin. Etrafımdakilerin yüzündeki o düşmanca sevinci ise, o ormana tekrar gideceğim güne kadar nefretle anıp durdum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi