Kendine Müslüman
Biz yaşlılardan, her şeyi bilmeleri beklenir. Hayatla, insanlarla, ilişkilerle, işlerin gidişatıyla ilgili şeyleri, işleyişi... Ayaklı kütüphaneler, şimdinin deyimiyle de Google amcalar ya da Google teyzelerizdir adeta. Bilgece bir edayla verilen tecrübe ve bilgi dolu, tatmin edici cevaplar vermeliyizdir. Öylesi beklenir bizden. Beklentiyi karşılamak da boynumuzun borcudur vesselam.
Ben ondan torunum diye bahsetsem de, aslında torunumun çocuğu olan Zehra Aleyna'm ile geçen gün aramızda geçen bir konuşmadan bahsedeceğim şimdi sizlere. Kızım 9 yaşında. Kızım, torunum, torunumun çocuğu. Hepsini kullanıyorum işte kafama göre. Aynı nenesinin -yani benim- o yaşlardaki hali gibi, nereden ne duysa mutlaka bunun peşine düşüp, öğrenmeye çalışıyor o tabirin, deyimin ya da kelimenin anlamını. Gelmiş geçen gün, "Neneciğim, kendine Müslüman olmak, ne demektir?" diye sordu bana. Bak şimdi!
Kendine Müslüman olmak... "Dinimizde yardımlaşmaya ve başkalarına iyilik etmeye verilen önemi görmezden gelerek, egoist bir şekilde sadece kendi menfaatini gözetmek, demektir." diye açıklamamı yapmış olsam da tabi bununla hiç yetinir mi nenesinin gözünün nuru, akıllı kızım ve meraklı miniğim? İlla ki bir de örnek isteyecek canına yandığım!
Eh, hafızasının yıllardır kapalı kalmış olan gizli çekmecelerini birazcık yoklayıp da yıllar öncesine dönmesin mi şimdi bu yaşlı kadın, bu gamlı baykuş peki? Dönsün.
'Arapça öğrenmek' derler ama bir lisanı öğrenmek başka, onun alfabesine has olan harflerin ve işaretlerin okunuşunu, telaffuzunu öğrenmek başka şeydir. Öncelikle bunu belirteyim. Tabi konuya bir anda tepeden giriş yaptım tıpkı bir balıkçı kuşu gibi ama bu aslında bir önsöz ya da bir girizgâhtı, sevgili okurlarım... Anlatacağım hatıra için gerekli olan bir bilgiyi verdim sadece. İşte, tam da o yılın kutsal Ramazan Ayı'na denk gelmişti ki, site komşuları olarak bir araya gelip Kuran-ı Kerim mukabelesi yapacaktık. Yani aramızdan birisi, yüce kitabımızı baştan sona, her güne 1 2 cüz ayırmak kaydıyla sesli olarak baştan sona kadar okuyarak hatim indirecek ve diğerleri de okunan sureleri gözleriyle takip ederek buna eşlik edecekti. Mukabele, denir... Ben de çocukluğumda bir Kuran kursuna gönderilmediğim için, "zararın neresinden dönülse kârdır" düşüncesiyle, artık enikonu bir yetişkin olmama karşın, Arapça telaffuzu öğrenmeye yeni yeni başlamıştım, hemen ona yakın zamanlarda. Dolayısıyla bu benim ilk kez yaptığım hatim olacaktı, çat patın en çalakalem halinde olsa da.
30. Cüze yaklaşmıştık. Son cüze. Hatim duası da hemen bir kaç gün sonra yapılacaktı ki, meğer günün daha önceden kararlaştırıldığını ve haftanın cumartesi gününün belirlenmiş olduğunu öğrenmiştim o gün. Cumartesi ki benim katılım sağlayabilmemin neredeyse imkansız olduğu gün! Söyledim. "Ablalarım, teyzelerim... Mümkünse duayı başka gün yapsak? Cumartesi günü olmasa?" Yok. Öyle kararlaştırılmıştı, ödün verilemezdi. Varsın ben de katılmayavereyimdi...
Bakma Zehra'm, şimdi de hassas bir kalbim vardır ama o zamanlar daha da kırılgan idim. İçlenmiştim. Ne olurdu sanki hevesle beklediğim ilk hatim duasına ben de katılsaydım? Bir yarım saatlerini ayırsalardı başka bir gün benim için? Kendilerine Müslümanlardı işte!
Anladın mı güzel yavrum? Benim haklı ya da haksız olduğum tartışılır ama örnek istediğin için bu anımı anlattım. Anı'mı ve an'ımı... Yeni deyimler duydukça sen hep gel bana sor böyle işte, aferin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.