Nihâyet Mânevî Hekim ile Buluşma
Bugün de her zaman ki gibi; ‘Selam duâsı’yla başlayalım;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Efendim bir süredir devam eden ‘edep’ konusunu artık bırakarak, hastalanan câriyesi için ehil bir hekim arayan pâdişahın, gelen yalancı hekimlerle bu işin olmayacağını anlayınca, yalın ayak doğruca mescide koşarak, derdine Hak katında deva bulmak adına yalvarıp-yakarmaya başladı, nihâyetinde kendisine Rabb’i tarafından ehil bir mânevi hekim gönderildi. Ne zamandır o değerli zâtâ gösterilmesi gereken edepten bahsederken, bugün ehil olan hekimle pâdişâhın karşılamasına temas edeceğiz inşallah. Haydi başlayalım;
“Pâdişah ellerini açıp onu yanına çekti, kucakladı. Onu aşk gibi gönlüne aldı, rûhuna soktu.”
Pâdişah gelen o yüce misafirine gereken nezâket ve tâzimle sarıldı. Onu değeri gönlünde sır gibi sakladığı derûnî boyutlara aldı ve koydu. Bilindiği üzere, dünyevî muhabbetler geçici ama ‘Hak muhabbet’i kalıcıdır ve kıymetine paha biçilmez. Ârif olanlar bunu anlarlar. Kucaklama husûsu bize şu konuyu hatırlatır; Hz. Ali’nin (r.a)’nın abisi olan Hz. Câfer (r.a), Mekkeli müşriklerin zulmünden Habeşistan’a hicret edenler arasındaydı. Orada, Hz. Câfer (r.a) Habeşistan Kralı Necâşi’ye İslâm’ı en güzel bir şekilde anlatıcı olmuştu. Bunun üzerine, kral oraya gelen Müslümanları müşriklere teslim etmemiş, daha sonraki yıllarda hicret eden Müslümanlar o beldede huzur içinde yaşamışlardı. Hicretten tam yedi sene sonra Habeşistan’a göç eden Müslümanlar, artık Medine’ye dönmüşlerdi ama Peygamber ve arkadaşları, ‘Hayber fethinde’ydiler. Bu sefer Habeşistan’dan dönenler de, Hayber’e gittiler ve sonuçta birlikte geri döndüler. Peygamber aleyhisselam Câfer’i görünce çok sevindi; ‘Sen yaratılış ve ahlak bakımından bana benziyorsun’ diyerek onu kucaklayarak alnından öptü. Hz. Câfer (r.a) bu iltifattan derecesiz sevindi ve döne döne oynadı. Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam, onun bu sevincine engel olmadı. İşte bu hal, sûfîlerce sema, kıyâmı, devrânî zikirlere delil kabul edildi. (Mehmet Tâhir Olgun, Şerhi Mesnevî, C.I, sf.124)
Bunların yanı sıra, Peygamberi Zişân Efendimiz, torunu Hz. Hasan efendimiz ile kucaklaşmıştı. Bir gün Bilâli Hâbeşi Hz. Efendimiz aleyhisselâm’ın evlerine gelmişti, Peygamber aleyhisselam Bilâl’e sarılmıştı dolayısıyla bu kucaklama sünnet bir davranış oldu. Müslümanların birbirleriyle musafaha etmesi, ise, Yemenli Müslümanlarla Peygamber aleyhisselâm’ın hem selam verip hem de ellerini sıkmalarından ötürü bu musafaha da, sünnet olmuştur. (a.g.e)
“Pâdişah, gelen yüce zâtın elini, alnını öpmeye, makamından-yolundan sormaya başladı.”
Pâdişah, bu gönül hekiminin büyük bir saygıyla, edeple elinden tutuyor, alnını öpüyor onun mânevi hâlinden kendisi de nasiplenmek istiyordu. ‘Nereden geldin?’ diye sorarak onun ruhâni derecesini öğrenerek, yaratılış derinliklerine vâkıf olmak istiyordu. Yine pâdişah o âlî insanın Hak katındaki mertebesini, nur basamaklarını öğrenmeyi arzu ediyordu.
Padişah gönlünü cariyeden, sahte hekimlerden boşaltınca, yüreğine ‘Hak aşkı’ doldu, gönlü arı-duru hâle geldi. Rabb’inin sevgisinden gayrısı rûhunun derinliklerinden silindi.
“Pâdişah, gâibten gelen bu güzel mânevî hekimi sora sora onu tâ başköşeye kadar götürdü. Ve; ‘sabrettim sonunda bir hazine buldum’ dedi.”
Pâdişah, çektiği onca meşakkat ve sıkıntıdan sonra aradığını bulmuş olmanın sevincinden, o değerli mânâ hekimini büyük bir edep ve değerli iltifatlarla gönlünün en güzel yerine oturttu. Hatta onun müridi oldu. Bu ikram onun sabrının bir neticesiydi.
“Pâdişah dedi ki; ‘Ey Hakk’ın nûru, gamın-zahmetin gidericisi, ey ‘Sabır sıkıntıdan kurtulmanın anahtarıdır.’ Hadisinin gerçek mânâsı.”
Pâdişah, ‘sabır sevinçlerin anahtarıdır.’, hadisinin mânâ tecellisiyle o yüce zâta hitapta bulunarak peygamber aleyhissaalâtu vesselam ile gönül rabıtası temin etmiş ve onun eliyle gelecek olan şifanın âdeta bir mânevî reçete olduğunu kendisinin de hakiki bir hekim bulduğunu bu şekilde dile getirdi. Pâdişah sabır gibi bir eşsiz hazineye ulaşmakla, gönlü ve rûhu nurlanmıştır. Elbette ki gönülden mâsiva sökülüp atılınca, gönle mâsivâdan gayrısı yâni mâvera ile dolar. Bu iş kolay değildir, sabır ister, sebat ister. Sonuçta pâdişah hekîme, açıkçası, Hz. Mevlâna, Şems hazretlerine yâni mürid mürşidine bağlanır. “Ve, pâdişah der ki; Sen gönle dolan Hakk’ın nûrusun. Bu nûra ancak sabırla ulaşılır ama sen sabrın da ta kendisisin. Biz sensiz ziyân olur gideriz. Senin bizden ayrılman, uzaklaşman, başımıza belânın yaklaşması demektir. Sensiz gönlümüz daralır, hayat yaşanmaz hâle gelir.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, s.102, Konya, 2008) Bilindiği üzere sabır, sabrın bittiği yerden başlar. Sabır acıdır ama meyvesinde şifa ve âfiyet vardır. Her birerlerimiz sabır ve âfiyetle şifâlanalım inşallah.
Efendim Cumânız mübârek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.