Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

KEDERİM

KEDERİM

Tam olarak ne zaman ve hangi sebeple oluşmaya başladığını ve gelip içime yerleştiğini bilmediğim bir kederim var. Yere göğe sığmayacak kadar büyük ve coşkun bir şey bu.

**

Durağan ve sessiz sedasız değil yani. ‘Coşkun’. Böyle deli bir şey, nasıl oluyor da şu zavallı ve ölümlü vücudumun içine sığabiliyor o halde, bunu bir türlü anlayamadım gitti! Gerçi ebedi ve kadim bir ruhun, kırılgan ve aciz bir bedenin içine nasıl hapsolduğunu anlayamamaktan daha büyük bir bilmece değil bu.

Ama ona yakın işte.

**

Keder, dilimden ve bakışlarımdan dışarıya atıyor kendini bazen can havliyle, ne yaptığını bilmez halde; canhıraş… Sıkış tıkış yaşamanın ne demek olduğunu ona sorun. Ya da, bana. İçinde, sıkıştırılıp yoğunlaştırılmış bir tür zehri saklayan bir konserve gibiyim.

**

Geveze hatta gürültücü bir şey, benim bu kederim. Şöyle asil ve vakur bir halde dursa ses etmeden uslu sakin, bu kadar şikayetçi olmadan taşırdım onu yine de. Demiştim ya, sessiz sedasız ve durağan değil diye. Konuşup duruyor işte. Bir şeyler anlatıp…

**

Tabi benim lisanımda dönmüyor onun o sivri dili. Sivri bir şeyin dönebilme kabiliyetinden de söz edilemez ya zaten. Yıllardır bir türlü sökemediğim bir düğüm gibi, onun o lisanı.

Söylediği her şeyi anlayabiliyorum artık aslında.

Fakat konuşamıyorum. Her, yabancı dil öğrenme evresindeki kişi gibi.

Önce duyulanlar anlaşılır ya hani.

Konuşabilme, onun ardından gelir. İşte o konuşabilme ve anlatabilme yetisine sahip değilim henüz ne yazık ki.

Ya kendi yeteneksizliğimden, ya da, veri yetersizliğinden kaynaklanıyor bu durum.

**

Veri eksikliği, evet.

Benden başkasıyla konuşurken görmedim onu hiç.

Ya da bambaşka iki insanı mesela, onun dilinden konuşurlarken duymuşluğum hiç vaki değildir.

Bu, kederin, bana özgülüğünden aidiyetinden ve olmaz olası sadakatinden mütevellit, biliyorum. Aldatılmayı ne çok isterdim oysa, ne çok! İhaneti lütuf sayardım.

Gidip biraz da başkalarıyla uğraşsa ve ben de rahat bir nefes alsam.

Kafamı dinlesem. Yok!

Beynimin etinden başka bir azığı yok, onun.

**

Tam olarak ne zaman ve hangi sebeple oluşmaya başladığından habersiz olduğumu yazmıştım en başta. İtiraf etmem gerekirse, doğru ama biraz eksik bir cümleydi bu. ‘Tam olarak’ kısmını elersek, aslında bazı tahminlerimin olduğunu söyleyebilirim, onun geliş zamanı ve sebebiyle ilgili.

Geliş zamanları ve sebepleri diyerek, çoğulluk katmalıyım sözcüklere aslında.

Çünkü merhale merhale, alıştıra alıştıra yurt edindi beni kendisine.

Öyle paldır küldür, bir anda değil.

**

Tahminim şöyle…

Bitmez zannettiğim bitince, olmaz sandığım olunca, en zor günlerde en yakınların en uzağa kaçıştıklarını gördükçe, onca zaman onları dost bilişimi sorgulamam gerekince, bir al aşağılık ve tepe taklaklık 9 şiddetinde yaşanınca…

Yani hep o yumuşacık sanrıların ve tatlı zanların, buz gibi soğuk ve sert bir duvarla çarpışıp sonsuz küçüklükteki parçalara ayrılışlarının ardından yadigar kaldı bana bu keder.

Gerçekliğin erimeyen o buzdan duvarından söz ediyorum. Her türlü iyimserlik, hayal ve ümitle alay edip, onların canına okuyan duvar. ‘Her türlü’. Tek tek yazılmaz ki…

**

Git gide büyüyen bir çığ gibi, üst üste eklentili, birikmiş ve çoğalmış bir şey, bu kederin muhtevası. Her seferinde bir adım daha yaklaştı.

Bazı kereler koştu. Sonuçta, geldi.

Yerleşti.

Onunla bir türlü konuşamadığım ama her söylediğini anladığım kederim… Yalnızca, dinlediğim.

Bu tat halimden dolayı, söylediklerinin hiç birisini anlayamadığımı sanıyor.

Anlaşılmayan bir insanın yaptığı gibi, git gide sinirleniyor.

Coşuyor, bağırıyor, hırpalıyor, eziyor, dövüyor. Bir araba dolusu dayak yiyorum.

Oysa söylediklerini anlıyorum ben.

Cevap veremiyorum bir, o kadar.

Ona bir şeyler söyleyebilecek kadar sökebilseydim artık onun tam olarak bir düğüme dönen lisanını, ortalık biraz sakinleşirdi. Eminim.

**

Hatta kederin sevince dönebilmesi ihtimali de olur muydu desem… İyimserlik etmede kantarın topuzunu yine kaçırmış mı olurdum bilmiyorum.

Fakat ne yapayım, çok yordu bu keder artık.

Sürekli bağırıp çağırması, hırpalaması, bir cevap alamadığı için daha da sinirlenmesi falan…

Lisanını konuşabildiğim gün, umarım o gün yakındır, belki çift taraflı bir madalyon gibi bir de öteki yüzünü gösterir bana hem.

Sevinci ve neşeyi özlemek ne kelime! Hasretimden yılları eskittim be azizim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi