Hakaretvarî Saygı İfadeleri
Kendisiyle derin bir samimiyetinizin ve yakınlığınızın bulunmadığı, öyle ki; onunla yapılan konuşmadaki hitap şeklinin 'hanım' ya da 'bey' sözcükleri ile gerçekleştirildiği birisiyle kurulan bir diyaloğu ele alalım. Yarı resmî, mesafeli ve nazik bir ton kullanılarak yapılan bir konuşma... Yüz yüze ya da telefon vasıtasıyla cereyan eden, büyük ihtimalle günlük bir diyalog olsun bu. Bir çalışanınız, patronunuz, banka gişesindeki görevli, çocuğunuzun/torununuzun okul müdürü, apartman görevlisi... Ne bileyim işte! Her hangi birisi ile yapılan bir konuşma. Muhatabın sahip olduğu rol ya da konumu değil, aradaki ilişkinin yüzeyselliğini ve mesafesini düşünün yani asıl. Onu söylüyorum.
Fakat insanımız gergin, azizim... Hem de çok gergin! İster "Geçim derdi" de, ister "Ülke gündemindeki tansiyonun, bireysel bünyelere sirayet etmesi..." Bir şekilde hoşgörüden, sevgiden ve nezaketten uzağa düştük her birimiz, kabul edelim ki. Hani Avrupa insanının yüzünden okunan o rahatlık ve yaşama sevinci, yerini, tahammülsüzlüğe ve kabalığa bırakmış işte azizim buralarda ama haksız mıyım, söylesene? Bu bağlamda, ilkin tasavvur edilmesini istediğim o diyalog ile bu son tespiti harmanlayalım şimdi de hadi.
Ve karşımıza, aniden alev alan bir samanlık dekoru çıkıyor. Sahne, o biçim. Varsayımını yaptığımız o günlük diyalogda, muhataplardan birisi aniden bir şeye sinirleniveriyor. Senaryo böyle olsun. Karşısından gelen bir söze, işittiği ses tonunda duyumsadığı bir nahoşluğa, yüzündeki mimiğe falan işte, öyle incir çekirdeğini doldurmayacak ebattaki, pekala görmezden ya da duymazdan gelinebilecek bir detaya takılıyor... Ancak ne demiştik? Olay, bir samanlıkta geçiyor. Aniden alev alan, ateşlenen, tutuşan bir mekanda.
Hoşgörünün türevlerinden olan, ona dirsek temasındaki tüm yaklaşımları çok şükür(!) kaybettiğimiz için diyaloğun tonundaki incelik ve nezaket, yerini, aniden göz bürüyüp karartan kötücül bir egonun ezici varlığına bırakıveriyor hemen. Bunu engelleyecek niyetimiz de gücümüz de yok zaten. Gerçek sahibine -şeytana- koşulsuz itaat eden köleler gibiyiz o sırada. Nefsini yenen pehlivanlar falan... Ara ki bulasın bu devirde!
Ben... Durumun, diyaloğa; kelimelere yansıyan tarafını, diyecektim. Buraya kadar yazdıklarım, bahsi bu noktaya kadar getirmek ve buraya çekmek içindi.
O, hanımlı ve beyli hitaplar vardı ya hani... Tadı aniden acılaşmaya başlayıp an be an acılık düzeyini arttırmaya devam eden bu söz konusu diyalogdaki o kibarca kullanılan hitap sözcüklerine ne olur şimdi bu senaryoda peki? Merak etmeyin, merak etmeyin. Panik yok. Onlar hala aynı yerlerinde duruyorlar, sevgili okuyucularım. Ancak cümle içlerindeki varlıklarını artık yalnızca şekil olarak sürdürüyorlar şimdi. Mesela konuşurken öyle bir "Aslı Hanım!" ya da "Murtaza Bey!" deyişi var ki, şekli bir kenara bırakacak olursak, içerikteki o hakaretvarî tavrı ve tehditkar yaklaşımı hemen anlayabiliyorsunuz. Duyma eyleminin, yerini, duyumsayışa bıraktığı bir idrak ve sezgi aracılığıyla anlayabilirsiniz bunu. Hatta öfkeyle kurulmuş olan cümlelerin içinde gereğinden fazla kullanılmaya başlanıyor bu sözüm ona nezaket ifadeleri, birdenbire. Daha da bir anlıyorsunuz, Aslı Hanım'ın ya da Murtaza Bey'in artık bir dosttan değil de apaçık bir düşmandan sayıldığını.
"Ne uyanan ve kabaran egoma halel getireyim ne de kullandığım sözcükler yarın öbür gün aleyhimde kullanılmasın diye bari ayni ifadeleri yalnızca şekil olarak kullanayım" fikriyle gerçekleştirilen bu 'ne şiş yansın ne kebap' yaklaşımı, o "Aslı Hanım!" lar ve "Murtaza Bey!" ler... Aniden öfkelenip de nezaketle kurulması ve devam ettirilmesi gereken bağları ateşe vermekler, falanlar, filanlar... İnce işler ve şeytanî ayarlar... Canımı sıkıyor azizim ve fakat!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.