İnsan ne yaparsa kendine yapar
Buyrun size her zaman işleyen bir formül: “İnsan ne yaparsa kendine yapar.” Bu sözü alıp her nereye koyarsanız koyun, bir sağlama ve doğrulama ile karşılaşırsınız. Evrensel bir gerçehesapk, ilahi bir adalet, bir karmanın ve düğümün en yalın çözümü gibi bir kuraldır bu. Kaçış, en fazla kendinize kadardır yani. Kendinize varır.
Ekilenlerin biçildiği tarlanızın hasatından memnun kalmanız ya da kalmamanız, vaktiyle oraya nifak tohumları mı, yoksa, güzellik ekinleri mi ektiğinize bağlıdır. Semavi dinlerin en temel öğretisi de kendi jargonuyla budur herhalde: dünyanın ahiretin tarlası olması. Mealen, işte o ekilenlerin mutlaka, muhakkak, kesinkes biçileceği ve sonsuz süreli (süresiz) hayatınızı da ‘burada’ yaptıklarınızın şekillendireceği. Lakin daha oraya varmadan evvel işlemeye başlayan bir şeyden; o formülden bahsediyorum ben.
Hesabın bir kısmının da burada görüleceği gerçeğinden bahsediyorum. ‘Hesap görülmesi’ nden kastım ise, insanın başkalarına yaptığını sandıklarını, aslında tam olarak kendisine yaptığı gerçeği. İşleyen o formül ya da görülen o hesap işte, nasıl tanımlamak isterseniz. Aynı şey. En temel ve basit örnekle somutlaştırırsak, birine batırdığınız iğnenin, dönüp dolaşıp ve belki üstelik daha da sivrilip kendi canınızı acıtacağından söz ediyorum. Vicdanı değil; fırlatılıp atılan bumerangın size geri döneceğini söylüyorum. Vicdan mahkemesine ulaşmasa da görülen bir hesap; işleyen bir formüldür bu çünkü. İş, size ve vicdanınıza kalmaz bile yani.
İlkin iğneden, acıdan falan örnek versem de, madalyonun aydınlık yüzü de vardır tabi, bir o kadar. Yemeğin en lezzetli lokmalarını bir başkasının tabağına pay ettiğinizde, o lokmaların tadına er geç siz varıyorsunuz. Dedik ya, kendinize yapıyorsunuz. Kötüyü olduğu gibi, iyiyi de kendinize ediyorsunuz. Yaşamın görünmez laboratuvarlarında her zaman doğrulanan ve her seferinde illaki ispatlanıp kendini tekrar eden bir formül gibidir bu: insan ne yaparsa kendine yapar.
Tabi, bu sırra ermek ve bu işleyişi idrak etmek için de yine biraz sabır ve zaman gereklidir. Aksi halde, bir yüce gönüllülük gereği başkasının tabağına konulan o lezzetli lokmaların tadına bir türlü varılamıyor. Sonra, isyan çıkıyor gönüllerde. Asiliğin ve inkarın birbirine karıştığı bir yangın yerine dönüyor, insanın yüreği. Madalyonun karanlık yüzüne baktığımızda da, başkalarına yapılıp edilen kötülükler gelip bu faili hemen anında bulmadığında, bir cesaret ve cüret sarıyor insanı. Kararmış gözler dönüyor. Görmüyor. “Nasılsa…” diyor. “Başkasına verdiğim zarar, benim yanıma kar kalıyor.” Öyle sanılıyor. Yeterli zaman geçirilmediğinde, hep yanlış yargılara varılıyor yani. İnkarlar, isyanlar, cüretkarlıklar… oysa biraz beklenmeli.
Ekilenlerin biçilecek olgunluğa ulaşması için zamanın ve sabrın elzemliği akıldan çıkarılmamalı. O formül, gönülden asla uzaklaştırılmamalı: insan ne yaparsa, kendine yapar. Acıtan iğneler, lezzetli lokmalar. Hülasa, iyiyi de kötüyü de kendine eder. Başkasına değil. Yolculuk uzun olsa da giriş ve çıkış noktaları aynı: kendiniz. Yalnız bu yolculukta, zamanı ve sabrı da azığınıza eklemeyi unutmayın!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.