Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Ha(ta)y deyince

Ha(ta)y deyince

“Bindiği at sabırsızdı. Sahibinden evvel, menzile varmak istiyor,  sanki dağları ovaları deviriyor, atın ve binicisinin kanatlarıyla mekânlar dürülüyordu.

Nihayet çadır görünmüştü. Hüsamettin Çelebi atından indi. Âlemlerin Rabbine minnetini ifade için tekrar toprağa kapandı öptü.

O da yalınayak dışarı çıkmıştı. Hak sürmesi çekilmiş, aşk püskürten gözleri keskin, mânidar bakışlarla, içerdeki hazinenin derinliğini ifşâ ediyordu.

Dışarıda neyler üfleniyor, bülbüller sırrî nağmelerle ötüyor, ruhlar uyanıyordu. Kucaklaştılar.

Hiç konuşmadan, huzur içinde oturuyorlardı. Mecali kesilmişti. İstese de dudakları kıpırdamazdı, konuşamazdı. Çünkü…

“Ben can kulağı ile can kuşumun kafes gibi olan göğsümden,  tıpkı bir güvercin gibi, Mevlâna’nın ruhuyla oynaştığını ve ‘bakrabaku, bakrabaku’ diye seslendiğini işitiyordum. Mevlâna’nın ruhunun güzel sesi, can kulağıma ulaşıp içime doğru uçuyordu.”

Tarifsiz bir mutlulukla mıhlandı. Çelebi Hüsameddin, gözlerini kapadı.

Beden küçüldü küçüldü. “Noktanın” gönlünden çiçek kokuları yayılıyordu; içi gülistandı.”

 (Kumru, Hüzeyme Yeşim Koçak)

TYB Konya Şubesi’nin düzenlediği, 3-5 Haziran tarihleri arasında gerçekleşen HATAY gezisi nice güzelliklere, ibretlere sahneydi. Ashab-ı Kehf, Harbiye Şelaleleri, Habib-i Neccar Camii, Hatay Arkeoloji ve Mozaik Müzesi, Hızır Makamı, Titus Tüneli, Beşikli Mağara,  Musa Ağacı, Vakıflı Köyü, Zeytin Müzesi, Payas Sokullu Külliyesi duraklarımızdan bir kısmıydı.

Öncelikle başta bu kıymetli, anlamlı gezinin mimarı Başkanımız Ahmet Köseoğlu Bey’e, Mustafa Güden Bey olmak üzere bütün emeği geçenlere, bizi misafir eden belediye başkanlarına, sevgili arkadaşlarım ile değerli hocalarıma ve Karatay Belediyesi’ne teşekkürlerimi sunuyorum.

Lâtif bir vasatta, ibretli hayat hikâyeleri, tanıklıklar, hoş sürprizler, kekreliği alınmış huzura dönüşecek olaylar vardı.

Suretlerin gerisindeki gerçek insan portreleri, bazen okumalarımızın yanlışlığı; sonra muhabbetli kaynakların kendini gösterişi, seyredilmeye doyulmayan varlık gösterileri vardı.

Kuşlar, kırlangıçlar, kumrular konardı yüreğe. Onların baygın ötüşleri, bir duygu cümbüşünü, hülasasını ortaya çıkarır, kalbi genişletir, sevgiyi kaynatırdı.

Zaman dalgaları, katmanlı zaman sunuşları erişir, kuşatırdı. Sağdan soldan, arzın merkezinden, semadan fısıltılar, konuşmalar duyulurdu.

Mesela, Hatay Reyhanlı Cemil Meriç hatıralara dokunurdu. “Vettiyni vezzeytuni( And olsun o incire ve zeytine) diyen ötelerden, esrarlı bir hitap işitildiğinde, büyük bir tazimle, tüm azalar ayağa kalkar, sükûnetle durulurdu.

Gönül, kendi Hızır’la Musa’sını bulmaya, karşıla(ş)maya çağırılırdı.

İçinde Âsi nehirler, Tuhaf Bir Açlık’la dolaşanlara Bâyazid-i Bestamî kelamı yetişirdi: “Nehirler, çaylar, dereler akarken homurtu çıkarır ve gürültüler içinde denize doğru yol alır. Oraya dökülünce de sesi kesilir.”

 Mitolojinin tanrısal tacizcisi Apollon’un şerrinden ancak Toprak Ana’ya sığınıp, ağaç olmakla kurtulan güzel Defne’nin, gariban mağdur hemcinslerine selâmı, tarih tekerrürleri şaşırtırdı.

Yedi Uyurların mesajları: ‘Nerede, nasıl, ne zaman, kime uyanırız; biz âlem içre âlemde aşk ateşiyle yanarız.’ diye uyarırdı… Onların ve Habib-i Neccar’ın asîl direnişleri, hayranlık uyandırırdı.

Hatay, bağımsızlığını sağlayan, şehre yeniden hayat bulduran; “Kırk Asırlık Türk yurdu, düşman elinde kalamaz” diyen Atalarını, kahramanlarını minnetle anardı.

Geçmişten günümüze anbean yaşanan hikâyeler; hep diri kalanlar önümüze çıkardı.

Gölgesinde dinlendiğimiz; bize su ses nefes veren, gönendiren ulu ağaçlar maya çalardı.

 Neşe, sürur içinde geçen bir geziydi. Bilgisiyle yüzümüzü gözümüzü gönlümüzü yıkayan hocalar; bir tutam esriklik, kalbi sevgiyle ısıtırdı.

Yanı başımızda duran Hz. Mevlâna’nın, Konya’nın havası sarardı.

 

Ünlü bir Gezgin’in dilinden, aşk terennümleri dolanırdı:

“Ne zaman ansam ben onun anılarını

Ne zaman ansam evini, yurdunu ve geride bıraktıklarını

“Hu” dediysem “Ya” dediysem, ya da “Hüve” dediysem ya da bunların çoğulu

“Ha” dediysem “Ya” dediysem “Ela” dediysem “Emma” Dediysem

Ne geldiyse dilime hepsinde onu söyledim onu(…)” (İbn Arabî, Arzuların Tercümanı)

 

Tırmanışlar, edeple sabırla ulvî gayeyle süslenmiş mağara incelikleri, dağ yücelikleri; ten kafeslerini deler, canlarda konaklardı.

Zaman ve mekânın bize fısıldadıkları, cem olmak, otobüsümüzde Nasreddin Hoca torunlarına yaraşır latifeler, gizli aşikâr kalp gezintileri göze çarpardı.

Güzellikti geriye kalan, huzur(da) olmaktı. Kâinatın özü, şerefi insandı.

 

“Yollardan, akik taşlarından (söz ettiysem) tertemiz

Ya da dağlardan, hayallerden, yankılardan ya da kumlardan   

Ya da samimi dostlardan, göçlerden, sazlıklardan, geçitlerden

Ya da verimli topraklardan ve yüklerden

Ökçeleri üstünde kıvrak kıvrak yürüyen zarif kadınlardan

Ay gibi doğan, güneş gibi parlayan alyanaklı kızlardan

Her ne zaman onun adının geçtiği yerleri andıysam

Ya da benzer şeyler andıysam hep o söz konusudur eğer anlarsan”

(İbn Arabî, Tercümanü’l Eşvak Arzuların Tercümanı)

Bu manalı davetler Rabbimizden bir mevhibeydi, lütuftu.

Perdeyi biraz aralayınca, gölgeler silinince, seyyah olup dünya altı-üstü gezince, cür’ayı sâfî içince, mestane dillerle zevk edince, daimî işret mevsiminde…

Sevdalı kelimeler ve sonsuz cümlede…

Doyulmaz kanılmaz işlek sözler yazılırdı devrana; yıldızların kıskandığı ışıltılı, harika yüzlerce.

 

“Nice sırlar var bunda nice nurlar var pırıl pırıl parlayan

Ne yüce sırlardır bunlar Gök kervanlarınca ona taşınan

Benim gönlüm için ya da gönlü olanlar için

Tıpkı benimki gibi bilginlik ve bilgelik şartlarına sahip olanlar için

Bu bir sıfattır; öyle kudsi ve öyle ulvi ki Sıdk’ımdan dolayı gösteriyor derecemi

Öyleyse ey okuyucu, zahirine bakıp da sakın aldanma

Zorla kendini; çalış çok, batını ara, sırları yakala”

(İbn Arabî, Arzuların Tercümanı)

 

  Mevcutsa bile eleştirel bazı şeyler yazmak hiç içimden gelmiyor. Baskın olana, galip gelene, nüfuz edene teslimim.

Aşktır galebe çalan, derunî okumalara, içsel bakışlara, engin ruhlara temas eden işaretlerdir. Meftun gözlerdir. Raks eden, çırpıntılı yüreklerdir.

Beşuş tarih sayfalarıdır. Azimle, cehtle, zaferle kurulan gönül şehirleridir. Kutlu yol izleridir.

Belki ezik, çılgın bir karıncanın, kendi toprağına çektiği bayraktır.

O’nun önünde baş kesmek(selam vermek üzere başını eğmektir). Secdeye varmaktır, tapınmaktır.

Aydınlık, rahmanî rüyalara dalmak ve gün ışığıyla sulhla, safayla gözlerini açmaktır.

“Hayat Şehrine hoş geldiniz!” levhasına, kurşun (gibi) kalemle bir çizik atmaktır.

toplu-hatay.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi