Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Ramazan Geldi Bekçi Baba

Ramazan Geldi Bekçi Baba

“Abdülkadir hazretlerinin oğlu ilimde ileri bir zât imiş. Bir gün kürsüye çıkıp halka iki saat vaaz etmiş. Sonra Abdülkadir Hazretleri içeri girerek: Ey cemaat kusura bakmayın geç kaldım. Valideniz yumurta pişirecekti, sahandan düşüp kırıldı der demez, o iki saatlik vaazı kupkuru gözlerle dinleyen halk, hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Meseleyi hayretle takip eden oğlu: Baba, ben iki saat söz söyledim de kimsede bir şevk uyandıramadım, sen gelişigüzel bir lakırdı sarf etmekle kıyâmetler koptu! deyince Hazret gülerek: Şaşma oğlum, biri kâl idi, öteki de hâl! Buyurmuş.” ( Sâmiha Ayverdi, Mülakatlar, Kubbealtı Neşriyatı, S. 26, 2005)
Cemiyet hâli, insanlık hâli bir farkındalık, algı, köklenme ve düzen olarak ortama yansır yaşantımızı boyar. Akları karaları, Sözün düşüşünü, manevî irtifa kaybını müessif bir tabloyu ortaya çıkarır.
Charles Dickens, bir romanında, “hükümetin en önemli bakanlığı olarak ‘Boş Lâf Bürosu’ndan” söz eder ama hepimizin kendine göre boş laf bürosu mevcuttur kanaatimce. Ve işler de böyle yürümez haliyle.
Kâl orda kalsın, bize hâl ve ötesi lâzım deriz. Üstelik kâl ehli, hâl ehli bir de yâl ehli var peşi sıra.
Ramazan’ı bütün şartlarıyla incelikleriyle, ruhuyla yaşamak da hâl ehline mahsus galiba.
Biz sadece belli zamanlarda özlemini duyuyor ve tadıyor, sonra akışa kendimizi kaptırıyoruz. Acı tatlı hatıralarla, artık yitirilmiş bir hassasiyetle, özen kaybının yaşandığı bir teessür ve günümüz mukayeseleriyle onu anıyoruz.
***
Hicran Göze Hanımefendi, “Kadıköylü Yıllarım, Çocuklu ve Gençlik Hâtıralarım” isimli kitabında bize değerli bilgiler verir, Ramazan da bunlar arasındadır:
“O evde yaşadığım günlerden birkaç resim daha hâfızama yerleşmiştir. Bekçi babalar? Ramazanlarda omuzlarında asılı davulla sokak sokak maniler söyleyip gezerek sahuru haber veren, gecenin sessizliğini bölen düdükleriyle âdeta aklımda kalan bir dörtlük var. “Besmeleyle çıktım yola- Selam verdim sağa sola. A benim Devletli efendim-Ramazanın mübarek ola!” Bir de Ramazan geldi hoş geldi-Baklava tepsisi boş geldi” tekerlemesi. Bekçi babaların inhisarında olan o davul şimdi roman vatandaşlarımızın omuzlarında. Bahşiş almak için geldikleri kapılardan da ekseri azar işitip, kovmadan beter ediliyorlar. Sözün kısası Ramazan davulunun da tadı kaçtı. Hâlbuki davul ve bekçi babalar birbirine ne kadar yakışırlardı. Bekçi babaların davuluna hasret çekenlerden biri de Afif Yesarî’dir. İstanbul Hâtırası adını taşıyan kitabındaki eski Ramazan davullarına duyduğu hasret ne kadar açıktır. Bir Ramazan gecesi davulun sesiyle kalp çarpıntısıyla yatağından uyanınca hissettiklerini böyle dile getirmiş”
… Yanlış anlaşılmasın… Ramazan davuluna değil, davulun kötü çalınmasına karşıyım.. Çocukluğumu anımsatan Ramazan davulunun sesi bir başkaydı. Kötü çalınan Ramazan davulu, acemi müezzinin okuduğu ezan sesine benziyor. Ramazan davulları için kurslar açılmalı”
Bayram sabahları o bekçi babaları karşımızda bulurduk. Hak ettikleri bahşişi almak ve bayramlaşmak için. Bekçi baba diye anılmasından da anlaşılacağı gibi onlar mahallenin evini, çoluk çocuğunu emanet ettiği kişilerdi. İstanbul’da yazlığa gitmek âdetten olduğu için evin anahtarı ekseriya bu bekçi babalara teslim edilirdi. Ragıp Akyavaş hoca ‘protokolde muhtardan sonra gelirdi, fakat ne de olsa birincilik dâimâ imamda kalırdı” diye yazar. ( Kadıköylü Yıllarım, Kubbealtı Neşriyâtı, 2024, S. 24)
***
Bekçi babalar da Ramazan Nostaljisine dâhildir; sorumluluk, görev bilinci, bir ahlak seviyesi toplumun en küçük biriminde bile görünür, en azından günümüze göre daha ayan beyan ve yaygındır; güvenlik kaygısı fazla hissedilmez.
Herhalde bunun için de o günlere karşı keskin bir iştiyak duyulur. Ve mânâ açıkları, boşlukları; mazi parlatışlı anlatımlarla biteviye takviye edilmeye çalışılır durulur.
Bekçi babalara dönersek… Hikmet Feridun Es ne güzel anlatır, Yıllarboyu Târih dergisi’nin Ekim 1982 sayısında:
“Bir mahallenin eli ayağı idi Bekçi Baba(…) Evvela mahallenin yöneticisi… Her şey muhtardan değil bekçiden sorulurdu. Bütün ömrünü aynı mahallede geçirdiği için! Bölgesinde doğanları, nesil nesil tanırdı. Semtin iki ayaklı arşivi sanki…
Yalnız bekçilik mi ederdi? Ne münasebet? O zamanlar, İstanbul’daki evlerde akar su ne gezer? Mahallenin suyunu da Bekçi Baba temin ederdi. Yani hem bekçi hem saka… Evlere teneke teneke su taşırdı. Sopasının yanından sarkan tenekelerle… İki teneke bir dönüm! Ve Bekçi Baba, kapı kenarına tebeşirli bir çizgi çizerdi. İsterseniz, bunlardan on tanesini silebilirsiniz. Aramızda teklif mi var? İsterseniz hiç para vermeyiniz. Canınız sağ olsun.
Yalnız mahallenin suyu değil, mahallenin namusundan da sorumluydu Bekçi Baba.
Aşk uygulamalarının tamamen yasak olduğu o günlerde, Bekçi Baba, tam bir sevdâ hafiyesi, tam bir “gizli aşklar Colombo’su’ idi…
Bekçi Baba, bütün sevda kelepçelerine rağmen, âşıkların ne numaralar çevirdiğini çok iyi bilirdi. Mahallede kadın çarşafına girip peçe örtüp, sevdiği dulun evine giren zamparalara kadar! Yutmazdı Bekçi Baba bu numaraları…(…)
İşi, sakalık, aşk hafiyeliği, vesaire ile bitmezdi. Ya çıralar gibi yanan o zamanki tahta mahallelerin en heyecanlı anonsunu yapan, yangını haber veren kimdi? Tabii Bekçi Baba! Gece yarısı nezle görmemiş sesiyle:
-Yaaan… gınnnn… vaaar… Çokurbostan’daaa! Kargauçmaz çıkmazındaaaa!(…)
Bekçi Baba’nın en heyecanlı davul anonsları seferberlik günlerinde idi. Karanlık gecede, sokakta Bekçi Baba’nın:
-Müslim, gayrimüslim… Sakat, sağlam… 1315 tevellütlülerden 1320 tevellütlülere kadar… Beş kuranın Ahz-ı Asker ( Asker alma) şubelerine müracaaaaatleri, diye sesi işitildi mi, herkeste şafak atar, hoşafın yağı kesilirdi.
Sâdece hükûmet mesajları değil, özel mesajlar da Bekçi baba vasıtasıyla yerine getirilirdi. Vakti gelmiş hamile hanımın arkadaşı, kafesi tıkırdatır ve seslenirdi:
-Bekçi Baba! Bekçi Baba! Huuuuu! Ayşe Hanım’ın ağrısı tuttu ayol, koş, ebeyi çağır!
-Yahut ağırlaşan bir hasta… Yine kafes arkasından Bekçi Baba’ya:
-Bekçi Baba! Kurşuncu Hafize Molla’yı getir, Gelsin, kurşun döksün!
Böylece, mahallede sıhhî imdat vazifesini de gören Bekçi Baba, ailenin bir ferdi idi sanki.
Doğum mu? Bekçi Baba, elinde sürahi sürahi loğusa şerbeti ev eve dolaşırdı. Sünnet mi var? Bekçi Baba, elinde zerde pilav çanağı, evin kapısında otururdu. Evlenme mi? Bekçi Baba, kapıda… Abani sarığının fesinde gelin teli ile… Cenaze mi var? Yine aynı iskemlede ve kapıda Bekçi Baba… Bütün cenaze hazırlığıyla meşgul… Kazan vesaire… Tafsilat gereksiz! Mahallede oturanın mezarına kürekle ilk toprağı atan yine Bekçi Baba… Kış başında odun mu aldınız? Adam üç katır yükünü döküp giderdi. Gel Bekçi Baba! Şunları soba boyunda kes! Teker teker.
Yaşantımıza böylesine karışmıştı Bekçi Baba…
Bazen doğduğu gece koşup Ebe Hanım’ı çağırdığı bir kızın, evlenirken kapısında beklerdi. Sanki kendi kızı evleniyormuş gibi… Ve aynı genç kız, ince hastalıktan öldüğü zaman aynı adam, aynı kapıda beklerdi! Çok geniş bir ailesi vardı: Bütün bir mahalle.. Ailemizden bir parça…(…)
Mahallesindeki çocukları doğurtan, gelinleri damatları sokak kapısında karşılayan bekçi Baba’ya yıllarca ne maaş verdik, ne elbise, ne silah… Sadece bir sopa! İngiliz polisleri gibi…
Bekçi sopası kullanılmaktan aşınmış ve cilalanmış… Bekçi her işini bu sopa ile görecekti. Hırsızları bununla kovalayacaktı. Bununla ev halkı ile âdeta konuşarak: ‘Ben buradayım! Bekliyorum sizi! Diye onlara huzur verecekti.(…)
(Yazıya) Bekçilere ait bir hâtıra ile başladım. Yine bekçilere ait eski bir çocukluk şarkısı ile bitireyim:
‘ Elinde bir koca sopa,
Sırtında bir kalın aba.
Bekçi Baba… Bekçi Baba…
Neredesin Bekçi Baba?”
Bugünün çocukları Mahallelerinin bekçilerinin adını bile bilmiyor. Siz biliyor musunuz yâni?
Zavallı, herkesin cenazesine koşan, kendi öldüğü zaman arkasından tek kişi bile yürümeyen Bekçi Baba… (Hikmet Feridun Es, Kaybolan İstanbul’dan Hatıralar, Hazırlayan: Selçuk Karakılıç, Ötüken, 2013, S.247-252)

Bu mübarek ay, hayırlara gönül kazançlarına, özlü bir hayata vesile olsun diyorum son cümlede.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi