Döngü ve Sesler
“Ey kadın Tanrıların en şanlısı Arinna!
Senin güzelliğini görünce oldum ahmak,
Ey kadın Tanrıların en yücesi Arinna!
Feda olsun uğruna bütün bal arıları,
Senin sevginle bütün ham erikler kızarsın.
Kahvaltın olsun bütün yumurta sarıları,
Beni de al, ye desem buna belki kızarsın”
Yukarıdaki muhteşem şiir, Hattilerin büyük şairi Cüce İrdas’dan ( Dalkavuklar Gecesi, Baysan Basım ve Yayın Sanayi, İstanbul, s. 34)…
Bu aralar Diktatörler Yüzyılı, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları gibi kitaplara yeniden göz atıyorum. Özellikle de Nihal Atsız’ın “Dalkavuklar Gecesi, Z Vitamini” eserlerine.
Şair Yazar Nihal Atsız’ın ( 1905-1975) fikir dünyası hakkında farklı görüşler, eleştiriler olabilir ama zor zamanlarda konuşan ve inancının bedelini misliyle ödeyen istisnaî şahsiyetlerdendi. Günümüzde böyle samimi, cesur seslere, dik duruşlu insanlara rastlamak epeyce güç görünüyor:
Kuvvetli bir hiciv ve ironinin yer aldığı, bu iki eserinden de bazı renkli alıntıları paylaşmak istiyorum:
“Cüce İrdas’ın yeğeni askere alınmıştı. Bu büyük şereften dolayı İrdas sevinç ve övünç duyuyordu. Bununla beraber yeğeninin krala daha çok hizmet edebilmek için başka bir vazifede kullanılması gerektiğini unutmuyordu. Bunu bildirmek için kraldan söz istediği zaman vatanperverâne bir heyecan içindeydi:
-Kral Hazretleri! Yenilmez ordunuz bugün hain ve vahşi Kaskalrı tepelemek için yola çıkıyor(..) Bugün savaşa çıkacak ordu da öyle bir genç var ki Kaskaları yok etmek ateşiyle yanıyor. Fakat bu genç öyle bir sadık kulunuzdur ki onun buradaki varlığından sizin için daha çok istifade edilebilir. Zaten bu yüce ordunun içinde bir kişinin eksik veya artık olmasından ne çıkar ki. Hâlbuki bu genç çiçek yetiştirmekte eşsiz bir ustadır. Sarayın bahçesinde çalışarak kralımızın gönlünü açacak çiçekler yetiştirirse daha iyi olmaz m? Bunun askerlikten alınarak saray bahçesinde bir vazifeye az bir aylıkla tayin edilmesini rica ederim. Bu genç benim yeğenim Nittahabas’tır.
Kral sadık vezirinin bu ricasını kabul etti.
İlânasam da aynı şekilde askere alınmış eniştesi için aynı şeyleri söyleyecekti. Fakat Cüce İrdas’ın arkasından aynı isteği yapmak hoş olmaz diye düşündü. Her şeyin pundunu bulmaya alışık olduğundan Yamzu’ya (Kralın sevgilisi olur) yanaştı. Eniştesi, kadın çizmesi yapmakta çok usta olduğu için kendisine en şık çizmeler yapılması gerekliliği, bunun vatana askerlikten daha büyük bir hizmet teşkil ettiğini anlattı. Yamzu’nun araya girmesiyle kral, çizmeciyi de ordudan çıkarıp saraya aldı. Hekim Ziza’nın ise kayırılacak üç tane kayınçesi vardı. O, bu üç kişinin askere gitmesinde tıbbi ve sıhhî bakımdan tehlikeler görüyordu. Tanrılar korusun, bu üç hastanın orduda bulunuşu bir bozgunluğa bile sebep olabilirdi. (….)
Böylelikle ordunun sefere çıkması için yapılan son toplantıda her şey halledilmiş bulunuyordu. Zaten biraz daha gecikirse ordu sayısının epey azalacağını sezen başkumandan da çatık bir yüzle kralı selamlayarak geçit resmi için izin verilmesini istemişti. (Dalkavuklar Gecesi S. 62-63)
Bakın bazı memleketlerde ne güzel, ne hayırlı işler yapılıyor.
“Amerika’dan, ömrü uzatan, sağlık için elzem olan, bütçenin yarısını verdiğimiz Z Vitamininden yılda 9500 tane almak da” bunlar arasındadır. Hüseyin Nihal Atsız’ın “Z Vitamini ’inden” (edebî) darbeli vuruşlar:
“Aziz Şefim! Siz yeryüzündeki şeflerin en başta gelenisiniz.(…) 1961’den beri 39 yıldır, aralıksız başkanlık etmeniz adınızı ebedîleştirmiş ve sizi yalnız vatanımızın değil, bütün insanlığın şefi haline getirmiştir. Bunun içindir ki artık size Millî Şef değil, Beşerî Şef denilmek lazımdır. Çünkü millî olmak geri bir şeydir. Hâlbuki siz o kadar ilerisiniz ki, sizden daha ileri olmanın imkânı da, ihtimali de yoktur. Evet, siz bütün beşeriyetin şefisiniz! Beşeriyet sizden idare, akıl, fazilet, dehâ, siyaset, ilim, fen, sanat, viyolonsel, herşey, herşey öğrenecektir. Ricam şu ki, Beşerî Şef unvanını lütfen ve tenezzülen kabul buyurunuz.”
Beşerî Şef’e yapılan teklifler arasında “büyük ve asrî bir üniversite açarak cihanın ve yurdun en büyük mütehassıslarını buraya getirerek ve ilmin bütün gizli ve bilinmedik taraflarını açığa çıkaran bir üniversite kurulması” teklifi de vardır. “Beşeriyeti şenlendirecek bu üniversitenin ismi ‘Şengül Üniversitesi’ ( mesela ben oradan mezunumdur. H.Y. K. ) olacaktır.
Üniversitenin profesörlerinden bazıları şunlardır:
“Profesör Behçet Kemal Çağlar edebiyat, folklor, şiir, tekerleme ve kömür mühendisliği kürsülerini dolduracak; bilhassa mevlût nevileri üzerinde serbest konferanslar verecektir. Zonguldak Maden Okulunda ilk, Londra caddelerinde orta, Millet Meclisi koridorlarında da yüksek tahsilini yapmış işsiz bir profesördür. Her ay bir cilt şiir yazmaktadır.
Profesör Hamit Ongunsu tarih derslerini okutacaktır. Bilhassa Girit tarihiyle Türk-Bizans işbirliği konuları üzerinde duracaktır. İstanbul’un 500’ncü istilâ yılında, İstanbul Üniversitesinde yapılan törende yalnız onun konferansı Patrik Athenegoras Hazretlerinin hoşuna gitmişti. Pek değerli ve kitapsız bir ilim adamımızdır. (…)
Profesör Nadir Nadi, idare kürsüsünü dolduracaktır. Kendisi bu dersin bilhassa (maslahat idaresi) kısmında mütehassıstır.
Profesör Metropolit Yakovas; İslâm dini, fıkıh, kelam, tefsir ve hadis okutacak; böylelikle bizde şimdiye kadar ihmal edilmiş ve softalar elinde kalmış ilahiyat bilgisine yeni bir yön verecektir. Kendisi ‘Nurlu Ufuklar’ adlı ölmez eserinde İsa’nın hem Allah, hem de Allah’ın oğlu olduğunu çürütülmez delille ispat etmiştir. (S. 93-94)
Değerli Yöneticilerimiz, “mürteci ve faşist isimler taşıyan bazı subayların emekliye sevk edildiği” ordumuz hakkında bilgi almak istemektedir. O dönemde “24 zırhlı kolordumuz” varmış. Kulak misafiri olduğumuz konuşmaların bir kısmı şöyledir:
“ Bu zırhlı kolorduda kaç tankımız var?’
-Aziz şefim! Fazla sayıda tank hareket serbestliğine engel olduğundan kasten tank sayısını azalttık. Her kolorduya 10 tank verdik. Gerçi tank sayısı azaldı, ama idareleri o kadar kolaylaştı ve hareketleri öyle çevikleşti ki sormayın gitsin! En değerli generallerimizden olan, Birinci Zırhlı Kolordu Komutanı Korgeneral Mişon Küpdoldurur, bu hafif kuvvetle kaçmanın fevkalâde kolaylaştığını geçenlerde bana sevinç gözyaşları arasında anlattı”.
“Kaçmak mı? Kaçacak mıyız?’
-Hayır, söz gelişi öyle söyledi. Yani düşmanı aldatmak için plânlı geri çekilmeler yok mu, işte onlardan birini yapacağız. Hani Birinci Cihan Savaşında Rus dostlarımız Moskova’ya kadar kaçarak Almanları nasıl aldatmışlardı; hatta mahsus 4. 000. 000 askerlerini de esir olarak bırakmışlardı; işte biz de öyle yapacağız. Böylece düşmanlarımızı aldatarak onların başkentine gireceğiz. Bundan başka düşmanlarımızı aldatacak bir şey daha yaptık. Her tankın içine bir tuğgeneral, yardımcı olarak da birer albay tayin etti. Tank şoförleri hep binbaşı, erat da yüzbaşı ve teğmenlerden mürekkep… Bu kadar profesyonel bir takım İngiltere’de bile yoktur(….) Hava ordumuz ise dünyanın birinci ordusudur. Çünkü başka devletlerin hava orduları hep tepkili olduğu için 1000 kilometre hız havacıları sersemletiyor. Biz ise sersemliği önleyecek tedbiri bulmakta gecikmedik. Meksika’dan ve Çin’den biraz kullanılmış uçak alarak bunları tamir ediyor ve bir temiz boyattıktan sonra orduya veriyoruz. Bunlar 300-400 kilometre yapıyorlar. Bu sayede havacılarımız sersemlemiyor. Sersemliğin ne olduğun siz şefimiz çok iyi bilir: Bir defa motosiklete binmişlerdi. Vagotonileri tuttuğu için hemen durdurdular. Beşerî Şefin dayanamadığı hıza başkaları mı dayanacak? Biz de bunu düşünerek tedbirlerimizi almış bulunuyoruz. Ordumuzun 120 uçağından 119 tanesi 300-400 kilometre hızla her an vatan göklerini her türlü düşmana ve Suudi Arabistan’dan gelen çekirgelere karşı bekliyor. 600 kilometre yapan bir uçağımızı ise uçurmuyoruz. Onu saklıyoruz. Fakat bu bir devlet sırrıdır. Söyleyemem.”
Bu arada donanma da lağvedilmiştir. Savunma Bakanı durumu şöyle izah eder:
“Efendim, beni deniz tutuyor da onun için donanmayı lâğvettim. Zaten ordumuz Ruslarla dost olduğu için onlardan taarruz beklemiyoruz. Komşumuz İran henüz şahın evlenmesi meselesini halledemediği için donanma yapacak vakit bulamadı... Küçük komşumuz Irakla, mini minicik yaramaz sevimli komşumuz Suriye’nin donanmaları yoktur. Kibar komşumuz Bulgaristan’ın bir donanması varsa da bu donanma Rusya’nın emrinde olduğundan bize zarar vermeyeceği muhakkaktır. Asil dostumuz Yunanistan’ın ‘donanması ise bizim donanmamız sayılabilir. Athenagoras Hazretleri, Yunan donanması varken ayrıca bir de Türk donanması bulundurmaya lüzum olmadığına dair bana çok müspet teminat verdi” ( S. 99- 100)
Fakat görüş ayrılıkları her zaman bulunacaktır. Başbakan yardımcısı Ahmet Emin Yalman’la Beşerî Eğitim Bakanı Falih Rıfkı Atay’ın arası açılmıştır. Başbakan yardımcısı ona “…Komünist, dinsiz!..” diye bağırır. Beşeri Eğitim Bakanı da “Yıkıl ordan, mandacı!” diye tepki verir. Gerisini kitaptan okuyalım:
Beşerî Şef ayağa kalktı. Ahmet Emin’e dönerek:
“Yalmanım!.. Bak, bana hiç haber vermemiştin… Ne zamandan beri mandacılık ediyordun? Mandıra mı işletiyorsun? Manda sütünün peyniri iyi olur diyorlar. Ne dersin Pavlâki?”
Sağlık Bakanı Palâki Özoğuzer, çatallanmak üzere olan meseleyi tatlıya bağladı. Doktor olduğu için ömrü uzatan “Z” vitaminlerinin bazen âni ve geçici hafıza kayıpları yaptığını biliyor, fakat bunu kimseye söyleyemiyordu. Beşerî Şefe cevap verdi:
“Evet aziz şefim! Ahmet Emin Yalman arkadaşımız mandıra işletiyor. Zaten kazançlı bulduğu takdirde işletmeyeceği müessese yoktur. İki bin yıldan beri karışmamış safkan bir Yahudi ailesine mensup olduğu için kendisinde ticari kabiliyet son derece gelişmiştir. Şimdi kendisi mandıra sütünden, görülmedik derecede güzel bir peynir yapmak için teşebbüse geçmiş bulunuyor. Mandırasında Çıfır kanını… Şey….. Peynir kazanı diyecektim, evet peynir kazanını kaynatmıştır, iş yalnız maya bulmaya kalmıştır. Onu da buldu mu mesele tamamdır.” (Z Vitamini, S. 96-99)
Bir ilgi alanı da denizler olan İnsaniyetli Şefin, 2000’ li senelere uzayan müthiş projesi ise şudur:
“Merhametli Şef, balık neslinin soğuktan yok olmaması için denizleri ısıtmaya karar vermişti. Beşeristanın kıyı şehir ve köylerinde oturan herkes günde üç defa denize birer teneke kaynar su dökecekti. Böylelikle denizin soğuğu azalacak ve balıklar ölümden kurtulacaktı.
Beşerî Eğitim Bakanı bu tarihî hadise için ortaokul ve liselerde konferanslar verdirip kompozisyonlar yaptıracağını ve bilhassa lüferin fazileti hakkında bir piyes yazdıracağını müjdeledi.” (S. 132)
Yardım çağrıları, yıkılan manevi değerlerin çığlıkları, ezilen insanlık…
Mesele şahıslar, partiler, dönemler de değil belki; devasa sorunlarımızın, müzmin hastalıklarımızın katlanarak derinleşerek ve ağırlaşarak devamı… Habis bir çember içinde dönüp durmamız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.