Yusuf Kokusu
Aslında hava değişikliği, ruha güzellikleri öncelemek her daim iyi gelir.
Feridüddin Attar Hazretlerinin İlâhiname adlı eserinde Hz. Yusuf kıssasıyla ilgili zarif, aşkî yorumlar mevcut. Bir kaçına değinelim istiyorum:
“Tanrı ikisine de esenlikler versin, Yakup ve Yusuf” başlıklı hikâyeye:
“Yakup’la Yusuf, o iki sevgili, en sonunda birbirlerine kavuşunca
Babası dedi ki: Ey gözümün nuru, gözümün ışığı! Ağlamadan beni öldürdün bitirdin
Beni külbe-i ahzana(hüzünler kulübesi) kapadın, canıma bir âlem dolusu ateş saldın.
Bunca zamandır sen rahatça yaşadın. Sanki beni bir gün bile görmemişsin!
Neden böyle zulmettin? Neden bana bir mektupçuk olsun göndermedin?
Babanın bunca zamandır senden habersiz bir hâlde kalmasına gönlün nasıl razı oldu?
Yusuf hizmetçiye, koş dedi, o mektupları getir bana.
Hizmetçi gidip binlerce mektup getirdi.
Hepsinin de başına yalnız “Bismillah’ yazılmıştı. Öbür tarafları kar gibi bembeyazdı.
Yusuf babasına dedi ki: Ey benim için cennet mumu olan baba! Bütün bunları sana yazdım ben.
Halimden, selamette olduğumdan bahsedip ahvalimi yazarken
Mektubun başındaki Tanrı adından başka bir şey kalmaz, mektubum baştanbaşa silinirdi.
Bütün mektup kar gibi beyaz olurdu. Ne yazı kalırdı ne harf!
O sırada Cebrail, Tanrı selamıyla gelir, sakın ona mektup gönderme.
O ihtiyara mektup yollarsan yazın uçar gider, mektubun da bembeyaz süte döner derdi.
İştiyakım vardı, ama mektup göndermemekte mazurum, hâl böyleydi işte.
Ben istedim, ama Tanrı istemiyordu. O iş benim elimden çıkmıyordu vesselam.
Sen de oğul sevgisine düşersen, gönlün bir hayli derde düşer, çok ciğer kanı yutarsın.
Oğul insana Yusuf gibi güzel gelir, ama sen de Yakup gibi gam yersin.
Kim Yusuf gibi bir oğula sahip olabilir? Onun yüzünden çok Yakuplar dertlendiler.
Hiç bir baba da Yakup’a benzemez. O güzel Yusuf’undan ayrılınca nice kanlar yuttu.
Oğul olursa babanın canı yanar. Yok, baba olursan oğul gözlerini kör eder.
Sana bu hususta bu hikâye, delil yeter oğlum, başka arama.” (İlâhiname, Çev: Abdülbâki Gölpınarlı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, S. 68-69, 2017)
Züleyha ya da Zeliha da yer alır İlâhiname’de:
Tanrı rahmet etsin, Yusuf Hemedani’ye ait bir hikâye
O gönüller aydınlatan ışık, Hemedanlı Yusuf günün birinde şöyle dedi:
Hür kişiler Yusuf Peygambere: Ey Zeliha’nın gölünü alıp onu perişan bir hâle getiren dediler.
Bir kadın senin yüzünden acze düştü, yarsız kaldı. Onun derdine derman olmadın. Hasta bir hâlde kalakaldı.
Daha hayattayken gönlünü aldın. Yine versen ne olur? Buna kadirsin.
Bunu duyunca Yusuf dedi ki: Ben o aciz ve yaşlı kadının gönlünü asla almadım.
Ne onu hasretliğinden haberim var, ne gönlünü almaya kastettim, buna bir yol aradım,
Ne de onun gönlüyle bir işim var. Bende bu kast asla yoktu.
Sen bana bunu söylüyorsun, ama imkânsız. Çünkü ben yirmi yıldır kendi gönlümü kaybetmişim bir kere.
Kendi gönlünden haberdar olmayan kişi, nasıl olur da başkasının gönlüne yol bulabilir?” (S. 133)
“Zeliha’ya ait bir hikâye”
“Bir aziz de Zeliha’ya şunu sordu: Yusuf senin gönlünü nasıl aldı? Doğruca söyle,
Gönlün sendeyse de Yusuf’tan tekrar gönül istiyorsan naz mı yapıyorsun?
Zeliha adamakıllı yemin etti de dedi ki: Vücudumdaki bir kılın bile gönlümden haberi yok
Neden âşık oldu gönlüm? Âşık olduysa bile bari şunu bilsem, nereye gitti? Hiç, hiç bilmiyorum.
Yusuf’un gönlü yok, ama bu gönül Zeliha’da da yok.
Bu da o işte değil, o da. Ne bu gönül almış, ne o gönle sahip.
Peki, şu hâlde bu gönül aradan nasıl kayboldu, nereye gitti öyleyse? Bu tılsıma, bu işe ait ne söyleyeyim ki?
Bu ne çevgandır ki (değnek, sopa anlamında. Atlı top oyunu) topa vurmada, onu doğudan batıya koşturmada!
Ondan sonra da ey çevik top, aklını başına al da topraktaki çukura düşme.
Ey top! Yolda eğri gidersen ebedi olarak ateş içinde kalır, kuyuya yuvarlanırsın demekte.
Top Çevgansız gitmez ki. Başı dönmüş topun suçu yoktur kişi.
O suçu artık sen yapmadın. Yapmadın amma o suç yine de senin boynunda.” (S. 133)
Zeliha ile Yusuf Aleyhisselam
Bir gün tertemiz Yusuf, Zeliha’yı toz toprak içinde oturmuş gördü.
Gözünü dünyaya yummuş, bütün dünya gözünden çıkmıştı amma şu toprak yurdunu gören gözü kapalıydı onun.
Hastalığa yoksulluğa düşmüş, yüz çeşit kendinden geçmişti.
Her solukta yüzlerce defa açıklanmaktaydı, Yusuf’tan ziyade Yusuf’un gamını çekmekteydi.
Ümitle yola oturmuş, onun yolundan bir toz kopmasını bekliyor, o padişahın izini tozunu görmeyi umuyordu.
Yusuf onu görünce Allah’ım dedi, ne istersin bu kör bunaktan?
Ne diye onu yok etmezsin? O bir peygamberin adının kötüye çıkmasını istedi. Derken Cebrail geldi. Tanrı buyruğunu bildirdi; biz diyordu Tanrı, onu yoldan alıkoyamayız.
O bizi seveni seviyor, vücudunda bir dünya dolusu sevda var.
O seni sevdikçe biz de senin yüzünden onu sevmedeyiz.
Kim dedi sana, var git de gülün bahçesinde gülün ölümünü iste, dostların dostlarının ölümüne arzula.
Ömrünü tüketse bile, ben onu senin yüzün suyun hürmetine gençleştireceğim.
O seni aziz ömrü gibi sevmede, nasıl olur da alçaltırım? Onu sana vermem gerek.
O değilmi ki bizim Yusuf’umuzu seviyor kim kinlenebilir de canına kastedebilir onun?
Senin aşkınla iki gözden olduysa, yaş döken iki gözü bu aşka iki tanık.
Bu âşığın aşkına tanık var ya, bu yüzden her gün daha aydın, daha parlak bir hâle gelecek elbet.” (S. 374-375)
Feridüddin Attar Hazretleri, yine ünlü eseri Mantıku’t-Tayr’da Yusuf Aleyhisselamı seven yaşlı bir kadından bahseder; neye talip olduğumuz önemlidir. Güzel hikâyedir:
Hz. Yusuf’u pazarda satmak isterler. Onca talip arasında, ihtiyar bir kadın ortaya çıkar. Elinde bir kaç tane iplik yumağı vardır. Bağırarak halkın arasına karışır ve der ki: “Ey (Yusuf’u) satan tellal! Ben bu çocuğu çok sevdim. On yumak iplik eğirdim. Bunları kabul et ve çocuğu bana sat.”
Adam gülüp der ki: “Ey saf kadın! Bu cemiyette bu çocuk için yüzlerce hazine verecekler var. Sen nerede, yumaklarınla bunu satın almak nerede.”
İhtiyar kadın der ki: “Kimsenin bu çocuğu bunlara satmayacağını çok iyi biliyordum.
Ama şimdi ister dost ister düşman, herkes bu kadın da onun alıcılarındandı diyecekler. Bu bana yeter.” (Mantıku’t-Tayr, Çev: Sedat Baran, Antik Şark Klasikleri, S. 232-233, 2007)
Yusuf Aleyhiselamın Aynaya Bakması
Yusuf bir gün aynaya baktı, o ay gibi yüzünü gördü, pek beğendi.
Ama ayna, Yusuf onun beğeniyor sandı; işte budur ehliyetsizlik, ne bilgisizliktir bu.
Yusuf’un öyle bir güzelliği vardı ki görene, gözün aydın, kutlu olsun denirdi; ama ya bakan çirkin olursa, aynaya başın sağ olsun denmesi gerekirdi.
Yalnız şu var: Sevgili aynaya bakmazsa güzelliğini göremez.
Ayna ortadan kalkacak olsa kim kendi güzelliğini görür, anlar?
Yusuf kendi güzelliğini görseydi, turunç doğrarken o da ellerini keserdi.
Yüzü apaçık görünmüyordu da canı kendine âşık olmuyordu.
Kendisini görmediği için kendi aşkına düşmemiş, o aşkla kanlar yutmamıştı.
Ama bir başkası onu görünce turunç soyarken elini doğradı gitti.
Sana da bir sevgili Yusuf gerekse, önce Yakup’un gözü lazım sana
Böylece ayna seni, senin güzelliğini gösterir, yüzünü apaçık görürsün.
Tanrı kendi güzellliğini bir örtüyle örttü, Adem’i kendisine bir ayna yaptı.
Âdem yüzünü aynada açıkca görünce izi belirmeyen güzelliğin izini buldu, nişanesini gördü.
O kendi güzelliğini iyive beğendi, sakın başkasını beğendi sanma
Bir insanoğlu hayale düşer de kendisine ben güzelim derse
O ayna gibi yanlış bir düşünceye kapılır, dairenin çizgisinden dışarıda kalır,
Yüzlerce asır halvette otursan, kendi yüzünü gördükçe gerçeği görmemiş olursun
Aynada bir akis görürsen, kendi yüzünü gördüm mü sanırsın?
Yüzün ne bakidir, ne fani; iş böyleyken nasıl olur da kendi yüzünü görebilirsin sen?
Değil mi ki önüne bir ayna koymayınca yüzünü görmene imkân yok,
Öyleyse aynaya karşı ah etme de ay gibi yüzünü kararmış görme.
Soğuk nefesini içinde sakla, dalgıçlar gibi soluğunu tut.
Bir zerre bile kendine dalar, kıvranır kalırsan, aynadaki aksini berbat bir hâlde görürsün.” (S. 415-416)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.