Dışavurum Çılgınlığı
Sosyal medya uzantılarının sebep olduğu dışa vurum çılgınlığı, insana kendisini biraz fazla önemsetti, galiba.
Sürekli olarak ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi, o gün neler yaptığımızı soran malum adreslere yolumuz hemen her gün düşüyor. Düşürülüyor. Cebimizdeki ‘akıllılarca’ aklımız ve ayaklarımız o yöne doğru çelinip çekiliyor, en azından. ‘tarafımca düşünülenler, hissedilenler ve yapılanlar pek önemliymiş demek ki’ sanrısına kapılan insan da, bu iltifatların karşısında git gide cömertleşiyor. Merak edildiği ve önemli bir şahsiyet olduğu iltifatı, egoyu ve benliği coşturunca da, kesenin ağzını iyice açıyor insan. Gerçekte kesenin içinde bulunan çakıl taşlarını altınmış sanan çünkü öyle sandırılan insan da, pek ehemmiyetli fikriyatını, o an görüp hayat felsefesi edindiği özlü sözleri, anlık bir beğeni ve heyecanla paylaşıyor ve o dev değirmenin çarkına su taşıyor. Kendisiyle ilgili bilgi paylaşımı konusunda cömertleşmiş milyonlarca kişinin taşıdığı tonlarca litre su sayesinde de o dev su çarkı durmaksızın dönüyor.
Dışa vurum çılgınlığı diyorum işte buna!
Paylaşım denen güzel işin, eskilerin ispat-ı vücud dediği hale dönmesine, dışa vurum çılgınlığı diyorum. Gösterişe, benlik ispatına, ispata ve dahası, ‘ben’e dönmesine…
Hoş, aynı deliliği, sosyal medyayı hiç kullanmayanlarda da görmek mümkün oluyor. Aynı çağın; zamanın içinde yaşamak yeterli bunun için. Ortak bir bilinci ve aynı zaman dilimini paylaşmak, yeter de artar bile, bu benlik delirmesini ve ego coşmasını yaşamaya…
Birbirlerini sırf arsız bir mütecessislik uğruna ‘takip edenler’ mi dersiniz, nispet yapmak için ‘paylaşılan’ onca fotoğraf, şarkı, ya da, cümle mi? Hangisini derseniz deyin, hepsinin bir karşılığı, ne yaık ki, bir ‘www’ nin içine eklenmiş durumda.
Yok. Şimdiye kadar yazdıklarım, eleştirmek ya da iğnelemekten zevk aldığım için değildi. Tüm bunların, asıl başka şeylere alt yapı hazırlıyor olmasından rahatsızım, daha ziyade. Hazırlanan o alt yapının üzerinde ise, bahsedilen dışa vurum çılgınlığının sebep olduğu ‘insanın kendini biraz(!) fazla önemsemesi’bina ediliyor. Bunu diyorum. Çarpık ve çirkin olan bu yapı da ‘şehrin siluetini bir hayli bozuyor’.
Kendini haddinden fazla önemseyen kişiye yapılan ve onun tatlı canını biraz olsun sıkan en ufak bir hadise mesela, affı imkansız bir gaflete dönüşüveriyor. Hülasa, insana o kendini fazla önemseten sosyal medya ve böylece yaşanan dışavurum çılgınlığı, dolaylı yoldan bu hale geliyor, yavaş yavaş. Hoş görmekmiş, görmezlikten gelmekmiş, affetmekmiş vesaire… Can sıkan, ya da, biraz olsun can yakan o gafil, bunlardan hiçbirisini hak etmez hale geliyor. Eh, ne de olsa suçu büyük: pek önemli bir şahsiyetin altın yaldızlı eteğine toz kondurdu! O halde, her türlü yola baş vurulup hak aranmalı. Hak konusu, intikam almaya dönüşse bile…
Hak aramak ve intikam almak arasındaki keskin ayrım da, git gide silinip kaybolmakta zaten. Tıpkı, şehrin eski ve şirin silueti gibi, hani.
Neyse… Konu daha da uzayıp sayfayı taşırmadan evvel, bir dilek tutup noktalayalım.Dışa vurum çılgınlığının biraz içeriye doğru çekilmesi, paylaşım denenin de asıl anlamına dönmesi ve hak ile intikam arasındaki keskin ayrımın tekrar belirmesi dileğiyle. Şehrin eski ve şirin siluetini özledik!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.