Cansızlaştırma / Canlandırma
Kurtlarla kuşlarla iletişim kuran bir insanımız varıdı. Taşa çarpsa özür dileyen, eşiğe basmayan, yani neredeyse canlıya da cansıza da aynı hassasiyetle davranan, “rikkat, şefkat, incelik sahibi”, onu Yaratan’ı sayan, kucaklayan ve bir sevgi duygusunu, bütüncü bir bakış açısını hayatının merkezine yerleştiren... Varlıktaki imzayı gören...
Bir zamanlar düşman bir çevrede değil, “mensuptuk”. Birbirimiz için güzel ve “merguptuk”. “Müşterek bir ruha” sahiptik... Bakışımızda geniş bir perspektif çiziyorduk. Rabıtayı çabuk kuruyorduk. İdrakimiz şümullüydü. Münasebetlerimiz uzun ömürlü ve “gönüllüydü”.
Hâlbuki şimdi çevreye, ille de insana karşı gelişen bir uzaklıkla malûlüz. Onu “şeyleştirmekle”, “nesneleştirmekle” meşgulüz.
Rasim Özdenören; “İnsan olarak bizim eşyaya ve tabiata cansız varlık gibi muamele etmemiz, kendi tabiatımıza mahsus özel bir duygumuzu zamanla kaybetmemizle açıklanamaz mı?” diye soruyor. “( Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı? )
“O duygunun kaybı”, kendimizi ve diğer hemcinslerimizi de, bir başka ifadeyle “cansızlaştırmamıza” sebep oluyor. Kendimizi yalıtmak ve mevcudatın bizim için taşıdığı anlamı yitirmek. Güya insanı “fert” olarak öne çıkarıyoruz ama Kâinatla munis ilişkisi kesilmiş, sevgi ekseninden uzak ve şiddeti (çeşitli derecelerde) merkezileştirmiş tavrı, onu yoksullaştırıyor. Kalp fukarası haline getiriyor.
***
İçindeki hayatiyeti, potansiyeli, varlık enerjisini görmemek. Daha kötüsü, kendimizi de öyle algılamak. Bir nevî yıkım ve tahrip eylemini içimize yöneltmek. İndirgeyip, cansızlaştırmak.
Hissî körlük... Çünkü diğer insanı, ötekiyi, komşuyu, fakiri, tutunamayanı, ihtiyaç sahibini dikkate alan, kalbi ön plâna çıkaran bir anlayıştan yoksunuz. Istıraptan habersiziz. En yakınlarımızın feryatlarını bile umursamıyoruz.
Nezaket ve diğerkâmlık kayboldu. Lakaydi çoğaldı ve sağlıklı bir iletişimi gerçekleştirmek zorlaştı. Kilitli, kaybolmuş bir kutuyuz.
Sevgiyi öğrenmeye, derinleşmeye ve sevgide aşama kaydetmeye “vaktimiz/dermanımız yok”. Gece gündüz “kapalıyız!”... Kendini fazla düşünmekten “daralmışız”.
Bu bilgisizliktir ki, ya sevginin sıcak insanî temasın ve bazı kavramların yerine makinayı, teknolojiyi koyup, özel bir önem atfederek âdeta kutsallaştırmayı veya sevgi sandığımız “şeyi” araçlaştırmayı ortaya koyuyor.
İnsanı yalnızca harekete eden, iğfal edilebilecek, harcanacak bebekler, “şebekler” olarak “ezme/ezilme” noktasında telâkki etmek... Gönlü hiçbir hareket ve ilerleme durağına yerleştirmemek.
Dolayısıyla robotlaşmak, şer eliyle kurulmak, kirlenerek kansızlaşmak, hilkate aykırı “sütü bozuklaşmak”... Allah’a akışı, bakışı, yanış ve yakılışı unutmak...
“Cansızlaştırma” bir çeşit karşılıklı ret. Görmediğiniz, ilişmediğiniz, kabul etmediğiniz şeyin sizi de reddi... Varlıklara değer vermeyen, kendini de değerli kılmayan.
***
Beşer(iyet)e karşı geliştirdiğimiz “sınır”ın; benlik zırhımızı da kalınlaştırması.
Perdelerin çoğalması, mesafelerin ölçülemez olması... Yalnızlıktan onca şekvacıyken; “bireyselleşmeyi” yani kendimizi öncelememiz ve yozlaştırıcı bir “tekleşmeyi” yaşama biçimi seçmemiz...
“Ferdiyetçilik”, kendinde hapis kalarak, bir “iç imarı” da imkânsız kılmak demek... Müşterek bir ruhun, bir kültürün sosyal tabanının oluşamaması, kenetlenememe,
ayrışma...
Eleştirilecek, sakıncalı tarafları bir yana; cemaatler, topluluklar da önemli değil meselâ. Hatta tümü, bütün boyutlarıyla zararlı görülebiliyor. Keza “vatanperver olmak”, “ümmet şuuru” da.
Ama körü körüne bir çağdaşlıkla “küreselleşme” serbest... Sürüye girdikten sonra, istediğimiz kadar sürülebilir, özgürce(!) güdülebiliriz.
Nefes almaya, hayra, güzelliğe, birbirine nefes sürur vermeye mecalimiz, kapasitemiz ya da niyetimiz yok.
Muhabbetin kaynağı Allah... Derunumuzu canlı tutan. Ruhumuzu tezyin eden. “Erdemi” geliştirip, yaşatacak olan... Hâlbuki ya inkârdayız, ya gaflette.
“Canlandırma” için, muhabbetin ateşlenmesi, alışverişte bulunmak, görüş mesafesinin açık olması, kalbin temizlenmesi gerekiyor.
Kalbin canlılığı, insanı da diri kılıyor. Sevgi bir güven duygusu ve güç meydana getiriyor. İnşirah sağlıyor. Yalnızlığın vahşeti, tekilliğin, zırhsızlığın tahribatı hissedilmiyor. Bağışlayıcılık, rahmet ve onarım getiriyor.
Düşlerinizin zenginliğinde, geçmişi de geleceği de “canlandırabiliyorsunuz”. Gün(delik)de takılı kalmıyorsunuz. Can(landırman)ın/hayatın kıymetini biliyor; felah buluyorsunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.