Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Tahsin Bey Amca

Tahsin Bey Amca

Uzun süredir kaleme alınmayı bekleyen birisi var. Tahsin Amca’dan söz ediyorum. Bir insan ne kadar uzun süre atlatılıp oyalanabilirse işte ben de tam o kadar beklettim onu. Daha fazla göz ardı edersem enikonu ayıp olacak artık. Zaten hassas bir kale sahip. Birkaç cümleyle de olsa ondan bahsedeceğim şimdi bu yüzden. 

Hayatı yazılsa roman olacaklardan da değil o gerçi. Bu yüzden birkaç cümlenin içine 82 yıllık yaşamından bazı kesitleri kabaca sığdırmak pek o kadar zor olmayacak. Yanlış anlaşılmasın, Allah uzun ömür versin ki, ’82 yıllık yaşamı’ derken yani şu anki yaşını söyledim ben sadece. Ölmüş birisinden bahsediyormuş gibi oldu da az önceki cümle… Aklım çıktı bir an! Seviyorum onu çünkü. Yaşasın daha. Hem şimdi ne diyorlar, “yaş 65; yolun yarısı” E tıp ve bilim çok ilerledi tabi. Neyse. Biz konuya girelim. Ya da ondan söz etmek yerine, bırakalım kendisi anlatsın isterseniz. Öylesi daha iyi olur.

*

Sağ olsun kalemi bana verdi Aslı kızım. Arada sırada, aynı mahallede oturuyor olmanın verdiği imkanla, yolda karşılaşırız onunla. Sorsanız, mazisi pek fazla olmayan bir tanışıklıktır bu aslında. Fakat ona karşı bir sempatim vardır. Eminim karşılıklıdır. Çünkü kalp kalbi her zaman karşılar. Şimdiki gençler de bunu çok iyi bilirler zaten, değil mi? “Kendin yaz istersen Tahsin Bey Amca” dedi bana. Ne bileyim… “Bir hafta da benden bahset gazetedeki köşende” diyerek biraz emrivaki yaptım ona belki de. Ama olsun. Şu anda bunları okuyan tek bir kişi varsa bile beni mesut etmeye kafi gelir bu. Düşünsenize, birileri sizin yazdıklarınızı okuyor ama onların kim olduklarını asla bilemiyorsunuz. Şu anda çok merak edip heveslisi olduğum bu durumu bana tatma fırsatı verdiği için müteşekkirim kızıma. 

Artık gelelim Tahsin Bey Amca’ya. Yani bana. Yalnız en başta bir düzeltme yaparak başlamam lazım. ‘Hayatı yazılsa roman olacaklardan değil’ denmiş benim için yukarıda. Büyük yanılgı… Hem, her kimin hayatı yazılsa roman olmaz ki? Kızımın toyluğuna ve cehaletine veriyorum bu kısmı. Bir de zaten hayatımı falan anlatacak değilim şimdi elbette, hepi topu birkaç paragrafta. Öyle sadece birkaç öteberi yazacağım işte. Ivır zıvır. 

Eşini kaybettiğinden beri, yani yaklaşık 10 senedir, yalnız yaşayan emekli bir edebiyat öğretmeniyim bendeniz. Eski öğrencilerimden vefalı çıkan birkaçı, arada bir gelip ziyaret ederler hala beni. En büyüğü 25 yaşında olan torunlarım ve en genci 45 yaşında olan çocuklarım da öyle. Ziyaret etmek, aşağıdan yukarıya doğru yapılan bir eylemdir, öyle değil mi? E ben de hürmet görmeye hak kazanmış birisi sayılırım tabi artık, yaşım gereği. Kıraathanede birlikte tavla ya da okey oynadığımız birkaç eski dostum vardır bir de. Daha ne olsun? Yalnızlıktan şikayet edecek bir durum göremiyorum kendimde. 

Fakat rahmetli eşim, ahirete göç eder etmez, bir an evvel yeniden evlenmemi telkin etmeye çalışanlar oldu bana. Hatta kendi çocuklarımın bile bazısı öyle yaptı… Ne kadar yadırgadığımı anlatamam! Bu yaştan sonra bir hayat arkadaşı lazımmış da bana, bilmem ne! İnsan, 53 yıllık eşinin hatırasına hiç mi vefa göstermesin yani canım!? Hem dedim ya, arkadaşa ihtiyacım falan da yok çok şükür. Ev işlerini yapsın diye mi evleneyim şimdi bir kadınla ya da? Evliliğin kıymeti, bu kadar mı düştü sahi? Ben almayayım, sağ olun! Allah’tan başka dost olmadığı halde, tutup da bir insana; kusurlu bir beşere bel bağlamak, inanç eksikliğinden ileri gelir hem, bana sorarsanız. Neyse. Bir de bir erkek, hele ki yaşlı bir adam, kendine bakma konusunda fazla aciz görülüyor ve bu bakış açısı da erkeklerin işine geliyor biraz bence. Tembellik hakkı tanınmış oluyor onlara, böyle yapılarak. Tembellik, erkekler için doğal bir hakmış gibi. Fazla uzatmadım bu kısmı, değil mi? Ne yapayım, çok doluyum da. Daha bahsetmek istediğim birkaç şey daha var ama.

Emekli olduğumu söylemiştim size. Peki geçimimi emekli maaşımla sağladığımı da ayrıca belirtmeme gerek var mı o halde? Ne diyecektim… Fazla lüksü olmadığı halde bu parayla ucu ucuna geçinebilen birisi olarak, bu aynı maaşla bir de aile geçindirmeye çalışanlara kolaylıklar diliyorum ben buradan. Hakikaten? Bizim zamanımızda bu kadar gözü dönmüş ve freni patlayıp çığırından çıkmış değildi bu işler. Şimdiki kadar ürün sayısı ve çeşidi yoktu ve ‘ihtiyaç’ ve ‘lüks’ kavramlarının arasındaki makas, çok daha genişti. Herkes kendi ihtiyacını bilir ve onu karşılamaya çalışırdı. Şimdilerde ise neyin lazım; neyin lüks olduğu ayırt edilemez durumda ve tabi para da yetişmiyor. Sonuçta birçok kişi, fakir konumuna düşmüş oluyor. ‘günümüzün imtihanı’ diyorum ben de buna. Aa, ‘imtihan’ dedim! Pardon, ‘sınav’. Buraya kadar eski kelime kullanmamaya azami derecede imtina ettim. Kullanmadım, değil mi? Bunu yapmama çok kızan bir torunum var da… Biz eskiden dedemize ağzımızı açamazdık gerçi. Olsun. Canları sağ olsun gençlerin.

“Yazıyı toparlayıp bitir artık Tahsin Bey Amca” diyor yazar hanım. Yer kalmamış da… Lafa daldım galiba. Buraya kadar okudunuz mu peki beni şimdi gerçekten? Neyden bahsedeceğimi bilemeden, bir ondan bir bundan bahis açtım. Mazur görün. Okuduysanız ne mutlu bana. Şimdi yazıyı nasıl bitiriyoruz peki? “Allah’a emanet olun” denir mi? Yani günlük hayatta derim de, yazıda olur mu bu? Olur bence. Hem, birisini Allah’a emanet ettiğiniz vakit, onu tekrar görmeden ölmezmişsiniz. Belli mi olur, belki ben de tekrar yazarım böylece. 

Allah’a emanet olun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi