Rakip ve davalı aile
Hiç gereği yokken sadece batı ülkelerinde var enstrümanıyla harekete geçen devlet kurumları eliyle yeni bir toplum ve aile modelinin dayatılmaya çalışıldığı bu günlerde temel yapımız olan ailede var olan ve dini milli hasletlerden dolayı hayata geçirilen tüm güzellikler kadın erkek eşitliği adı altında hesaba çekilip tarumar edildiğini hep birlikte gördüğümüz adeta bir fetret dönemi yaşamaktayız.
Bu dönemde kadının modernleşmesi ve özgürleşmesini savunan kişiler için bile bu aile yapısındaki bu yozlaşmadan şikâyetler son zamanlarda gittikçe artan bir şekilde görülmüş olmasına rağmen toplumdan yükselen feryat maalesef duyulmak istenmemektedir.
Toplumdan yükselen şikâyetleri dikkate alan kadın hakları savunucularından gerçeği gören kesim, kadınların maddi ve manevi hürriyetlerinin kazanılmasında sadece batı ülkelerinden alınan düşüncelerin istenen neticeyi sağlayamayacağını gördükleri için kadınlar için asıl kazanımların İslam’ın ahlak, yaşayış ve siyasetine dönmekle mümkün olacağını savunmaya başlamışlardır.
Çünkü kadınların batı ülkelerindeki gibi bir yaşam tarzının neticesinin mahkemelere yansıyan yanlarını acı bir şekilde yaşayan toplumuzda içtimai bir tehlikenin kapımızda olduğunu gören insan sayısında ciddi bir artış görülmüştür.
Toplumsal hayatın devlet eliyle ve kadınlar üzerinden tanziminde batı taklitçiliğini bile aşan bir takım uygulamalar her ne kadar görünüşte kadınların örtünmeyi bırakmaları ve kamusal yaşamda mahremiyet ölçülerini terk etmeleri gibi değerlendirilse de sonuçta batının dinsiz ve ahlaksız kültürünün ailedeki ahlaki yozlaşmayı getirdiği görülmüştür.
Bu tehlikeyi fark eden Müslüman feministler diyebileceğimiz İslamcı kadın hakları savunucuları bozulan aile yapısının toplumdaki yozlaşmayı doğurduğunu ve bu durumun ortadan kaldırılması için yegâne kurtuluşun İslam ahlakı esas alınarak yapılacak düzenlemeler olduğunu söylemelerine rağmen geç gelen bu itiraf toplumda yeterli derecede etkili olmamıştır.
Bir zamanlar Müslüman kadınların toplumsal hayatın her safhasında var olarak gelişeceklerini iddia edenlerin bu düşüncelerinin değişmesindeki kritik eşik kadının aile ve ahlaki yapısının bozulmasının sonuçta toplumun yok olacağını görebilmiş olmalarıdır.
Yeni nesillerin yetiştirilmesinde kadınların öncü bir rol üstlenmeleri isteniyorsa ve bunun için toplumda kadının statüsü konusunda yapılacak bir takım isterse yeniliklerin önünün açılması isteniyorsa bunun yolu hemen herkesin fikir birliği içinde olduğu şekliyle kadınların daha fazla eğitim aldıkları bir sistem kurulmalıdır.
Ancak bu defa kadınlarla eğitim konusu ile ilgili süreç, geçmişte 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesiyle başlatılan ve bu günkü olumsuz sonuçların yaşanmasına vesile olan sürecin tam tersi olmalıdır
Çünkü geçmişte yaşadığımız olumsuz süreçte kadınların eğitimli hâle getirilmesi konusunda yapılan bir takım yanlış uygulamalar görünüşte kadına yeni bir takım sosyal statüler kazandırmaya dönük masum talepler gibi gösterilse de sonuç tam tersi olmuştur.
Yanlış kararların yanlış uygulamaları beraberinde getirmesi ile güya kadının modernleştirildiği ve özgürleştirildiği bu döneminde yozlaşmış batı kültürünün etkisiyle geleneksel aile yapısının ve gündelik hayatın özellikle mahremiyet ile ilgili alanlarında kadınların cinsiyet rollerine ilişkin değişiklikler yapılması sonucunda aile kavramında belki de geri alınması mümkün altüst oluşlar yaşanmıştır.
Osmanlının son dönemlerinde Jön Türkler eliyle, Cumhuriyetin ilk yıllarında ise tek parti iktidarları eliyle kadınların modernleşmesi adına devlet eliyle yapılan bu olumsuz düzenlemelerin temelinde maalesef Durkheim’ın görüşlerinin olduğu görülmektedir.
Devlet destekli bu bozulmanın sonucunda bu toplumun temel taşı olarak kabul edilen aile yapısındaki bozulmanın sonucu pederşahi aile modelinden çekirdek aile modeline geçiş olmuştur.
Çekirdek ailenin temeline oturtulan kadının iş hayatında cinsiyetinin öne çıkarılması ise modern devletin öngördüğü ideal ve muteber kadını anne olmaktan ailenin reisi haline dönüştürmüştür.
İş hayatında cinsiyetin öne çıkarıldığı pozitif ayrıcalıklarla kendisinin bile beklemediği maddi imkânlara kavuşan kadın erkeğin karşısında güçlü, kendi haklarını bilen ve savunan, bu hakları yasalarla garanti altına aldıran, mağdur ve mahrum bırakılmaya asla rıza göstermeyen özgür bir birey olarak tanımlansa da sonuçta kadını erkeği ile rekabet eden bir eş, hatta sürekli olarak daha fazla haklar talep eden davacı bir rakip hâline getirmiştir.
Toplumumuzda yaşadığımız bu modern hayata dönük kırılmanın elbette faklı çözümleri düşünülebilir.
Bulunacak bu çözümlerin temelinde bir kimlik olarak tanınan kadın bireylerin nerden gelirse gelişin kadın bedenini merkeze alan cinsiyet politikalarını reddetmedikleri sürece başarıya ulaşacağına inanmıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.