Nefis-Ruh-Vicdan-Heva
İnsanların Müslüman olmalarının göstergesi, nefsinin isteklerinin Kur’ân ve sünnete uygunluğu ölçüsüncedir. Nefislerin; iman, ibâbet, duâ ve Hak yolunda çalışarak temizlenmesi yâni tezkiye edilmesi lâzımdır. Bu geçen yazımızda belirttiğimiz Şems Sûresinde açıklanmıştı. Orada nefsinin kötülüklerinden korunanların, sakınanların kurtulacağı haber veriliyordu. Müminler nefislerinin aşırılıklarından ancak Rabb’inin kendilerine gösterdiği biçimde sakınmakla korunabilirler. İşte Ramazan bu zorlu işi yapabilmenin en münbit zeminidir. Oruçla insan nefsinin kendisine fısıldadığı pek çok menfiliğin önüne geçebilir.
İnsan nefsinde onu hep kötülüğe çağıran “hevâ”sının yanında onu dâima iyiliğe dâvet eden “vicdan”ı mevcuttur. Yâni insanın içinde âdeta doğru kararlar vermesini temin eden şaşmaz bir pusula bulunur. Bu cihetiyle vicdan sanki insanı doğruya çağıran Hakk’ın sesidir. Kişi bu sese kulak verdiğinde her zaman karlı çıkar. Müminin vicdânı, Kur’ân’ın gösterdiği ölçülere uymayı tavsiye eder. Hakka tecâvüz etmemeyi, insanları incitmemeyi, hayvanlara dahi merhametle muamele etmeyi, muhtaçlara yardımcı olmayı emreder vicdan. Müminler Ramazanın mübârek ikliminde vicdanlarının sesine daha çok kulak verirler.
Bu arada insan hevâ ve heveslerin kendisine fısıldadığı kötülüklere ise kulaklarını tıkamalı vicdânının kendisine ilham ettiklerine itibar etmelidir. Nefis dâima mümini hak yolundan vaz geçirmek ve onu kayba uğratmak için hep uğraşır, uğraşır önce küçük küçük tâvizler verdirmekle işe başlar. O yüzden küçük günahları önemsemek, şüphelilere yaklaşmamak gerekir. Meselâ, tembellik, bencillik kişiyi hiç farkında olmadan iman dâiresinin dışına atabilir.
Bu hususta Peygamber aleyhissalâtu vesselâm’ın çok ibretli ikazları vardır; ‘Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz de, nefsinin hevâsının peşine takılan ve Allah’tan (kendisinin nasıl olsa affedeceğine dâir, kuru kuruya) temennîde bulunan kimsedir.’[1] Başka bir hadislerinde de; ‘Hevâlarına/heveslerine tâbi olanlarla oturmayın, onlarla mücâdele de etmeyin; ben onların kendi bâtıl yollarına sizleri de çekeceklerinde emin olamam, inandığınız değer yargılarına şüphe katarlar.’[2] Buyurular.
İslam âlimleri nefis ve rûhun ayni varlıklar olduğunu ancak nefsin insanın daha çok dünyevî boyutunu ifâde ederken ruh için ise daha çok insanın ulvî, mânevî boyutunu temsil ettiğini söylerler. Bu sebeple ruh insanın övülmüş güzel vasıfları, nefis de çirkin huy ve davranış özellikleri olarak târif edilir. Ulvi özelliklere sâhip olan rûhun Allah Teâlâ ile ilişkisini koparmak demek, onu doymak bilmeyen hevâ ve heveslerin içine bırakmak demektir ki bu durum kişiyi hüsrâna sürükler. Din ve vicdan gidince bugün olduğu gibi fazilet anlayışı kaybolur. Dolayısıyla insanın içindeki arzu ve heveslerin vahye tâbi olması zarûridir.
Dünyâdaki bütün günahlar, kötülükler, çirkinlikler, haksızlıklar, zulümler hep heva ve heveslere uymak değil midir? İnsan iyi olsun kötü olsun bir iş yapacağı zaman kendi inandığı dînin ölçülerine uyar. Eğer kişi Allah Teâlâ’ya inanmıyorsa hevâsına uyarak kötü iş yapar. Neticede haksızlıklar, acınası haller gerçekleşir. Kur’an müminleri hevâlarına uymamaları husûsunda inananları ikaz eder: “…Adâletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.”[3] Hevâ ve heveslere uymak hiç şüphesiz adâleti ve dengeyi bozar, kişiyi haksızlığa yöneltir, taassuba ve tarafgirliğe sebep olur, düşmanlık ortaya çıkartır. Hakkı hakikati yâni vahyi önemsemeyenler, kendi hevâlarına tâbi olanlar bugün olduğu gibi ucuz menfaatler peşinde koşarlar, önemsiz kısır çekişmeler yüzünden kendilerini de içinde yaşadıkları toplumu da nice perişanlıklara sürüklerler. Böylelerinin bol olduğu dünyâda bir türlü barış ve adâlet temin edilemez. Günümüz manzarası da bu değil mi?
Şurası bilinmeli ki her yakışıksız, çirkin söz, icra edilen her kötü iş, hevâ ve hevese uymuş câhil ve zâlim insanlardan kaynaklanır. Arzu ettiklerine mutlaka ulaşmak isteyen bu insanlar nice dolambaçlı işler yaparak pek çok zorluğa katlanırlar da, hakka tâbi olmaya yanaşmayarak ahret âlemini unuturlar. Hevâdan kurtulmak isteyen Hüdâ’ya yönelmelidir. Unutulmasın ki lüzumsuzlarla meşgul olan lüzumludan mahrum kalır. Yaratılış gâyesini önemsemeyen insan doymak bilmeyen arzu ve hisleri için enerjisini boşa yorar sonu da elem verici acı azab olur.
Ramazan inşaALLAH bu hakikatleri idrak etmemize teşne olsun.
---------------
1 Tirmîzî, Kıyâmet 26, Hadis no:2461
2 Tirmîzî, Mukaddime, 1/90
3 Nisâ, 13
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.