Ne Sultanın Ekmeğine Sevdalanmışım
Ne Sultanın Ekmeğine Sevdalanmışım
Ne de Kapıcının Tokadına Tahammül Ederim
“Gerçi ben Attar’ım ama derman olarak panzehir veririm. Lakin misk satanlar gibi yanmış bir ciğerim var(…)
Allah’a şükürler olsun ki ben saraylılardan ve saygıya layık olamayan insanlara bağlı olanlardan değilim.
Ben her insana gönül verecek ve aşağılık insanlara efendim diyecek biri değilim.
Bugüne kadar hiçbir zalimin ekmeğini yemedim ve hiçbir zalime kitap takdim etmedim (sh. 407)”
“Ne sultanın ekmeğine sevdalanmışım, ne de kapıcının tokadına tahammül ederim.” (sh. 409)
Alıntılar, Feridüddin Attar Hazretleri'nin Mantıku’t-Tayr isimli meşhur eserinden. Bugünün tabirleriyle kısaca, kimi güç ve iktidar odaklarından uzaklığını dile getiriyor.
Hâlbuki günümüzde, din adamlarının aleni tarafgirliği, siyaset yakınlığı ve yatkınlığı yaygın.
O geleneksel tavrın değiştiğini görüyoruz. Öyle olunca bir zümrenin, herhangi bir partinin, egemen gücün adamı gibi algılanmak kolaylaşıyor.
Geçmişte de, mesela belli partilerden mebus olan aydınlar, hocalar vardı. Ve ister istemez kanaatimce etki alanları, hitap ettikleri saha daralmıştı.
Parti iktidara gelemezse veya düşerse yahut başka bir söylem geçerli olduğunda din adamının konumu ne olacak, çark mı edecekler, kendilerine ayar mı çekecekler, ya da dönüp duracaklar mıydı mesela?
Böyle durumlarda tavsiye, nasihat, tarafsız eleştiri gibi onlara yaraşan; dinin yüce, üst bir makam olmasından kaynaklanan olgu yaralanmayacak mıydı?
Yanlışları düzeltecek, ikaz edip, yol gösterecek, üst seviyede olayları değerlendirenler kimler olacaktı?
Herhangi bir kurum/kişi/akıma mesafesizlik; siyaset teşneliği gibi anlaşılmayacak mıydı?
Başka partilere mensup olanlar veya hükümetin bazı politikalarını beğenmeyenler nasıl hareket edeceklerdi söz gelimi. Onlarda başka hocalara mı takılacak, saflarına çekmeye çalışacaklar, din habire çekiştirilip mi durulacaktı.
Çünkü siyaset her an değişken, bozulmaya, hata yapılmaya çok müsait, arızalı bir yapı. Din adamları böylesine “içerden” davranabilir mi? Düşünmeliyiz herhalde.
Bir kere burada siyaset, genel geçer politikalar başat, üstün, belirleyici mertebede oluyor ister istemez. Değişmez, bir anlamda sabit, ulvî, aslî ilkelerle değil de; vıcık vıcık, kaygan bir zeminde “duruşumuzu” siyasete göre ayarlıyoruz.
Ayrıca eğildiğimiz, eteklerine tutunmamız gereken muhatabımız kimdir bir kere. Güven duyulabilir mi; sırf son birkaç ayda, bu konuya ilişkin yürütülen politika kaç kere değişmiş gözüktü, zikzak çizildi ayrı mesele.
Biliyorum, bazılarına modası geçmiş, hükmü kalkmış bir söz gibi gelecektir ama “Allah, En Büyük Güç’tür”.
Kan dökülmesin, yer gök sulh olsun, eyvallah da; mesela yüksek ağızlardan “Nato toprağı” telakki edilerek, ülkemize Patriot füzelerinin yerleştirilmesi; yabancı askerî kuvvetlerin artışı; bizzat kan, savaş gibi kelimelerin telaffuzunu ve doğrudan celbini çabuklaştırmıyor mu?
O zaman niye bu kadar barışçı, atılgan ve hararetli değildik; niçin fikir beyan etmedik acaba?
Üstelik geçiştirilmeye örtülmeye çalışılsa da, dünyada ve Türkiye’de; mesela Amerikan askerlerinin, yılbaşı gecesi İncirlik Üssü'ndeki bir camiye alkol aldıktan sonra girip, minberi devirip, Kuran’ı parçaladığı gibi, v.b. “düşmanlıkları gösteren” nice haberi de duyduk okuduk.
Bu tür olaylarda siz “dini bütün efendiler” neden tepki göstermediler. Mümtaz şahsiyetler hep sessizdiler.
Yoksa onlarda mı öpücük faslına dâhildi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.