Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Sınırı Geçince

Sınırı Geçince

Algılarımız, kalbimiz öylesine ters yüz edilip çevrildi ki, mevcut gelişmelere anlam vermekte güçlük çekiliyor. Herhalde tam bir akıl tutulması yaşıyoruz.

Amerika’da yapılmış, bir doktora çalışmasından ürkütücü sonuçlar, düşündürücü haberler:

“Julie Carpenter’in araştırmasına göre, özellikle mayın tarama robotları ile onları yönlendiren operatörlerin arasında, şaşırtıcı derecede kuvvetli bir duygusal bağ kurulmuş. Mesela orduda yaptığı görev sırasında isabet alarak kullanılamaz hale gelen mayın tarama robotuna cenaze töreni yapılmış. Emektar robot, gazilere ya da ordu görevi esnasında hayatına kaybedenlere verilen Mor Kalp ve savaşlarda üstün başarı gösterenlere verilen Bronz Yıldız madalyası ile ödüllendirilmiş. Robotun cenaze töreninde 21 pare tüfek atışı yapılmış ve bir kahraman gibi uğurlanmış.”

Halkları fütursuzca katledip, ülkeleri sömürenlerin, nice nice kıyametler yaşatanların, makineleri için gözyaşı dökmeleri neyle izah edilir bilemiyorum. Söz gelişi katilin bıçağına, cinayet silahına sevdalanması türünden bir cinnet mi; hayretengiz bir ululama ve yüceltme mi?

Makinelerin üzerimizdeki hâkimiyeti ve yönetimi. Gerçek kahramanlara, insaniyete yüz çevirenlerin geldiği yer. Hapsolunan çerçeve, başını ve ruhunu makineye gömmek esef verici.

Makineye büyük bir hürmetle âdeta tapanlar, demokrasi medeniyet(!) havarileri; insan(lığ)a zerre kadar değer vermeyip, arşa çıkan zulümleri, İblis’ in çocuklarını(!) ayakta alkışlayıp taçlandırıyor.

Benzerlerinin çokluğu, görünürde onları durduracak güç bulunmaması sebebiyle; cebrederek zehrederek, desteklerini kibirle açıkça gösteriyor. Bir başka sınır aşımı.

***

Süratle ve kirle yoğrulmuş hayat içinde herhalde makineleşiyor robotlaşıyoruz; pusulamız ve kalp yolları değişiyor.

İçimizdeki o pas tutmuş organ, bambaşka bir biçimde işleyip, hevesini haykırıyor: “Makinalaşmak. Trrrrum, trrrum, trrrum! trak tiki tak!”

Samiriler, Altın Buzağılar çok mu gerilerde kaldı sanıyorsunuz.

Mevcut ortam, vakalar, bazı mahlûkların kimliği, önümüze dökülenler nasıl da tanımlanamaz, akla sığmaz.

Karşısında ise alabildiğine bir körlük, sağırlık, cehalet durumu nasıl sürer, havsala almaz.

***

Filistinli Yazar Adania Shibli’nın, ödüllü romanı Küçük Bir Ayrıntı; savaş, vahşet, işgal altındaki hayat, insanlık sınırının nasıl geçildiğinin bir okunması sunumu aslında.

“Küçük Bir Ayrıntı 1949 yazında, Filistinlilerin 700.000 kişinin sürülmesine sebep olan Nekbe felaketinin yasını tuttuğu ve İsrail’in bağımsızlık savaşını kutladığı dönemde başlıyor. İsrail askerleri bir gurup bedeviyi Negev çölünde öldürüp ve aralarında bulunan Filistinli bir kızı esir alıyor:

“Çadırı etkisi altına alan uğultular ve gürültüler sürdü. Askerler, coşku içinde kızla geçirecekleri zamanı nasıl belirleyeceklerini tartışmaya başladılar. İlk günü birinci mangaya, ikinci günü ikinci mangaya, üçüncü günü de üçüncü mangaya tahsis ettiler. Şoför, sıhhiyeci, bakım ekibi, aşçılar ve çavuşlar ayrı bir gruptu.” (s. 38, Can yayınları, 2023)

Bedevi kız tecavüz edilip yeterince eğlenildikten sonra, katledilip kuma gömülür.

Filistinli, romanda ismi geçmeyen genç bir kadın gazeteci, yıllar sonra, günümüze yakın bu ehemmiyetsiz(!) “küçük ayrıntının” peşine düşer.

Araştırmak, hadiseyi yalanlarla değil “kızın yaşadığı gibi aydınlatma” , olay yerini incelemek için, gerçek uğruna, bin bir zahmetle heyecanla sınırı geçer, Askeri Bölgeye aracı girer:

“…Askeri bölgeye giren küçük aracımı fark etmiş ve şüphelenmiş olmalılar. Belki de bu küçük beyaz arabanın sahibinin kimliği de dâhil olmak üzere her türlü bilgiye ulaşma hakkı olan polisi aramışlardır. Onlar da aracın, A bölgesinde bulunan Filistinli bir araç kiralama şirketine ait olduğunu, şu anda silahlarını doğrulttukları kadın tarafından değil, yine A bölgesinde ikamet eden bir adam tarafından kiralandığını ortaya çıkarmışlardır. Yine de sakin olmalıyım. Mutlaka abartıyorumdur. Evet, evet her zaman yaptığım gibi. Sakız, sakızlar nerde. Sakızlar nerde. Sakin olmalıyım. Sakız kutusunu çıkarmak için elimi cebime atıyorum.

Ansızın ateş gibi keskin, sivri bir şey elimi delip geçiyor. Sonra da göğsümü. Onu uzaktan gelen kurşun sesleri izliyor.” (s. 104)

***

Adania Shibli romanını, bir yıldır süregelen, 50 bin kurbanı ve daha fazlası olan malûm savaştan önce yazmıştı.

Filistin’den sonra saldırılarını Lübnan’a taşıyan İsrail’in katliamları, diğer Müslüman memleketler üzerindeki tehditleri, savaşı keyfince sürdürmek ve yaymak niyeti ortada saklanmıyor.

Devasa mesele; herhalde biraz da biz Müslümanların durumunun fecaatinden, özge (ruhî, kalbî) sınırlarımızı kaybetmemiz ve gafletimizin azametinden(!) kaynaklanıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi