Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bene Bakış

Bene Bakış

Bazen insan sıkılıyor, hep kendi üzerinden gitmekten. Yerinde saymaktan bıkıyor. Bu darlıktan, kafesten kurtulmak istiyor. (Benim hikâyem, tarihim, sevdiklerim, kara listem.. tefe koyduklarım, düdüğünü çaldıklarım, zurnam, kuyruklarım, hayallerim… Eyvah çocukluğum/gençliğim/ Ömrüm…. Tuzaklarım, aldanışlarım, zevklerim, aklım… Hep Ben… Yine nefsim için, yararına dönüştürecek bile olsa arada “Sen” demek iyi geliyor. Gönül alışverişlerininse bazen tadına doyum olmuyor.

Eminim ki, o iyilik yapma, paylaşma duygusu da Cenabı Hak’tan. Yoksa araya mutlaka Ben’ler girerdi. Bin türlü şekilde, yola takoz koyardı.

Tabii Ben çatışmaları da var, ben’lerin kuşatması altında kalırsınız bazen. Her birinin gönlünü (!) yapmak, yatıştırmak. Birliği düzeni sağlamak. Gücü ele geçiren mutlaka oluyor ve dışardan, haricî kuvvetlerden yardım alıyor.

Ben(lik) meselesi epey kafamı kurcalamıştır. Bene bakış, eğitimi, hayat yolculuğunda karşılaştığı vartalar, engeller, düşüşler, iniş, yokuş, çıkışlar daima alâkamı çekti.

2001’de yazdığım ve bir roman yarışmasında üçüncülük derecesi alan, ilk romanım Çoban Aşkın Çocuğuydu (Sinderella’nın Pabucu) da böyle bir problemi, “kimlik meselesinin inanç eksenli hikâyesini” ele alıyordu. Meşhur bir masalı evirip çevirip, tanınmaz(!) hale getirdiğim kendine yabancılaşmış, arayışta mana peşinde olan Sinderella adını verdiğim Sinem’in, bilgelerin yardımıyla kendi özündeki cevhere, aşka tutunarak ilerlemesi ve asli kişiliğini bulması anlatılıyordu. Romandan bazı örnekler:

***

“Üç Sinderella vardı. Yoksa daha mı çok.

Biri onu aşağılara çeken, dipleri seven; diğeri yukarıya (dikeye) yönelten, ortadaki seyirci, dışarıda kalan; durumu gözleyip, irdeleyen, hem uzak, hem çok yakın, sebep sonuç ilişkisini kurmaya çalışan, olayları mânâlandıran; aklıyla, yargılarıyla, tasavvurlarıyla, düşünceleriyle onları giydiren, biçimlendiren, yerine göre katılan.

Sinderella’ların aldıkları tesirlere bağlı, sayıları azalıp çoğalıyor yahut beslendikleri kanallarla orantılı, kimileri güçleniyordu; bazen de birini sindirmek için, diğerleriyle ittifak yapıyordu.

Mühim olan, lüzumlu potansiyele, birikime, manevî bağlantılara ve enerji kaynaklarına sahip olabilmek; gözü toprakta ve altında kalan -sırf izleyici, pasif, nemelâzımcı, bencil- Sinderella’lardan kurtularak; zirvelerin tırmanışına geçebilmek, o seviyeye gelebilmekti.

‘İtmesene BENİ.’

‘Sen karışma, BEN öne çıkacağım.’

‘Gene de BENİ unutmasanız iyi olur.’

‘Ahh! SENİ! SENİ!’

‘Tabiî! BENİ! BENİ!’

Sinderella’lar öne çıkmak için itişip kakışıyor, birbirini eleyip, yenmeye çalışıyordu.

Yarış başlıyordu. Hakem Çoban, düdüğünü çaldı. ( sf. 79)

“Bazen de üç beş tane, takım taklavat “Ben” çıkıyor, Sindrella’ya “İllAllah!” dedirtiyordu.

Gösterişli kıyafetli, baskıcı görünümlünün üzerinde “Toplum” yazıyordu. Daha cafcaflı, otoriter, totaliter kisveli ötekinin üzerinde, “Bilim.. Mutlak Bilim.. En gerçek Bilim.. Gerçeğin Gerçeği…” yazıyordu. Bu Ben’e küçük bir Tanrı, hattâ Büyüğü desek, yalan söylemiş sayılmazdık.

Bir diğerinin yüzünde “....izm.” yazısı bulunuyordu. Kıyafetinden tutunuz, davranışlarına, simasına kadar her hali çok karışık, çelişkili, rahatsızlık verici bu ‘Ben’; öyle görülüyordu ki, büyük bir kararsızlık, çelişki içindeydi, kendiyle bile kavgalıydı.

Bir başkasının üzerindeki yaftada “Toplu Benlik Kurumları” ibâresi bulunuyordu.

Acaba, ’Beni’ azdıran; iğfal eden resmî, gayrı resmî kurumlara; yer altı, yerüstündeki,

gizli, aşikâr yapılara mı böyle deniliyordu.

Tanrım, hepsi de ne kadar gürültücüydü. Velveleci, itişerek kakışarak hareket eden; ortalığı yıkıp, tozu dumana katan.

Ama hepsinden önemlisi, o ‘Ben’di.’

O ‘Ben’ ortaya çıkınca; diğer Sinderella yüzlü ‘Benler’ titreşip duruyor, derhal bir köşeye çekilip büzülüyordu.

Sinderella ürperdi. Karşısında simsiyah, her tarafından buz gibi öfke, nefret, kin akan bir Sinderella boy gösteriyordu.

‘Memleketin bütün siyah boyası, kadının üstüne boca etmiş olmalıydı. Gözleri siyah, kaşları siyah, ruhu siyah… Karanlığın çocuğu veya karanlık üreticisi Bay Şeytanînin gizli sırdaşı, arkadaşı, hempası.

O derece şaşkındı ki, bir an için korkmak aklına gelmedi. Kısa bir tereddütten sonra, kızda şafak attı.

Kara Sinderella, kapı gıcırtısı gibi, beyni tırmalayan, gönle kezzap döken bir sesle:

“Geri dön Sinderella, iş işten geçmeden... Tutuculardan sana bir fayda gelmez. Fazla derinlere dalarsan bir daha çıkamazsın. Ömrünü Çobanın kokmuş zırvalarıyla, modası geçmiş palavralarını dinleyerek mi geçireceksin. Gençsin, güzelsin. Önünde uzun bir ömür var. Neden yüreğinin sesini dinlemiyor, arzularının ateşine kendini atmıyorsun. Dünya seni bekliyor. Her çılgınlığı yapabilirsin, dilediğini alabilirsin; Prensle elele verip, ülkenin özünü kemirebilirsin, insanları isteklerine ram edebilirsin.

Sen, iktidar sarhoşluğu nedir bilir misin? İnsanları solucanlar gibi ezer, adam eder, keyfince yönlendirir, mühendisliklerin en güzelini yaparken; on paralık beyinleri yumruklarının altında Çarşamba Pazarına dönerken, ucuz bedenlerini kobaylık fareler gibi kullanıp, ruhlarına hamam böcekleri kadar kıymet vermezken; sonsuz sefalar sürmeyi, alabildiğine hürriyet alanını genişletmeyi, hiçbir müeyyide, otorite, gücü tanımamayı, kendi kendisinin İlâhı olmayı, Ohh! Kendine tapınmayı.. Yerle, ille de Gökle alâkanı kesmeyi; her gün her saat bir adım, bir adım daha ileri gitmeyi, Tanrıyı öldürmeyi ve Tanrılığını ilân etmeyi.. Onun koyduğu her şeyi ama her şeyi yıkmayı; kuralları, kitaplarıyla, kutsallarıyla alay etmeyi.. Bilemezsin ne zevktir o, ne zevk.

Gerçek hürriyet budur Sinderella. Çobanın dediği gibi tâbi olmak değil. Neye tâbi olacaksın ki. Niçin. Var olup olmadığını bile bilmediğin bir İlaha, itaat için bu lüzumsuz özen, beyhude gayret neden? Sırf beş on psikozlu, nevrozlu adam, var dedi diye. İnanmaya, sınırlarını daraltmaya kendini niye zorluyorsun; inancı, başında Demokles’in kılıcı gibi tutuyorsun.

Düşün, daima hesap vermek zorundasın, hareketlerin hep ölçülü, kısıtlı. Üstelik sadece bu dünya değil, muhayyel öbür dünyayı da düşünmek durumundasın. İsteklerin hep boğazına tıkılacak, tutkuların hep içinde kalacak; ihtiraslarını daima gömecek, hapsedeceksin. İhtiyarsız, akılsız, güçsüz, yaşlı moruklar gibi, çürüyecek; budalalığından kullanmadığın gençliğinin, güzelliğinin yasını tutacaksın. Bedenin bir işe yaramayacak, kurtlara yem, çöplere malzeme, toprağa sermaye olacak.

Dünya, senin yegâne eğlencen Sindrella. Tek eğlencen. Senin hizmetçin. Korkma, düşünmeksizin içine dal. İliklerine kadar kemir. Bırak kendini! Sal! Günahmış, sevapmış, yasakmış, inkârmış; geç bunları. Hepsinin üstüne çık. Tanrı, insan bütün yasaları, buyrukları aş. İnsan sıfatın yük oluyorsa, gerekirse onu da at. Hayvanlaş. Kimse sana gem vuramasın, kimse seni boyunduruğun altına alamasın. Ahlâkmış, erdemmiş, imanmış, seni korkutmasın; özgürlüğünü bozmasın. Kendi kanunlarını koy. Ne istersen yap. Değersiz şeylere, değer atfedip, kendini boşuna üzme; başkalarının uydurmalarına itibar etme, üzerinde hangi etiket olursa olsun. Etiketleri sen takarsın, aklına esince de sen yırtarsın; kanunlarını koyup, sırasında kaldıracağın, çiğneyeceğin gibi. Elbette ki kendi koyduğun yasalara uyma mecburiyetin yok.

Gel sen beni dinle şimdi, geçmişin eski defterlerini bırak. Yırtıp, çöpe at. Çobandan başlayabilirsin. Sonra bir üste çık. Daha çık! Korkma, daha da çık! Bir başla, sana gerekli yardımları ben yaparım; arkandayım, içindeyim, ruhundayım… Maneviyatçı kâfirlerin sana örmeye çalıştığı iğreti kabuğu parçala. Sonsuzluk masalı saçmalıklarını, çöl hikâyelerini ruhundan ve zihninden kopar. Benim çok bilimsel, çok çağdaş reçetemle yıkan.”

“Senin esas ruhun benim Sinderella. Öz Sinderella benim.”

‘Gözlerini aç ve güzelliğimi gör.”

Sinderella, korkudan yüzüne bile bakamıyordu. Kara’nın yalancılığını belgelemek için, şöyle bir göz attığında ise dehşet içinde kaldı.

İnanılmaz derecede güzelleşmiş, âdeta yüzüne bakmaya doyamayacağınız bir

Sinderella vardı karşısında şimdi.

“Hayır. Zannettiğin gibi kara büyü değil. Yüzüme, gözlerimin içine bak. Sen hiç böyle güzellik gördün mü? Güzelliğim, söylemimin doğruluğunu sana kanıtlar umarım. Benim gerçeğim budur. Ya senin gerçeğin Sinderella? Uyduruk Çoban hurafeleri mi;fi tarihinden kalma peygamberlik kandırmacaları mı? Senin gerçeğin nedir? Yüzüme bak ve söyle!”

Çok güzeldi. İnanılmaz, dayanılmaz güzel.

Gerçi Sinderella’nın içinde, kızı huzursuz eden bir kıpırtı vardı ama sinersizlik gitgide azalıyordu. Düşünmeliydi, kafası karışmıştı. Kara Sinderella’nın söylediklerinde doğruluk payı bulunabilirdi belki, hiç değilse bir kısmında.

Yolculuk için, eski hevesi kalmamış, kafasında bir karar oluşmaya başlamıştı ki; nereden çıktığı belirsiz bir tatsızlık duygusu yüreğini sardı. Birden her şey, çok aptalca, gereksiz geldi. Önce yolculuk fikri. Ardından Çoban gözünde bir kat aşağı düştü ve üst başını düzeltti.

Kara Sinderella, güzelliğiyle göz kamaştırıyordu.

“Bir gün de seni arkadaşım, can yoldaşım Medya’yla yakinen tanıştırırım Sinderella. Beraberce yemek yeriz.”

Bocalıyor, sıkışıyordu. Nasıl hareket edeceğini kestiremiyordu. Hafif bir esinti oldu. Çobanın kokusu burnuna doldu. Akabinde bir tembihi hatırına geldi:

“Zora düştüğünde beni hatırla Sinderella. Beni hatırla.”

Unutmanın imkânı var mıydı? Güneş yerine Çoban doğdu ufuktan. Büyüdü, büyüdü. Çoban büyüdükçe mütecaviz Sinderella’lar küçülmeye başladı, un ufak oldu; nihayet biri hariç hepsi yolun tozu dumanına karıştı.

Çoban, Kara Sindrella’nın güzelim; Şirine yakışır çehresine hoyratça bir sille vurdu; yüzü avuçladı, deriyi çekip çıkardı. Soyulmuş yüz, gene kapkaraydı.

“Kandırıldım, demek maskeymiş.” dedi Sinderella.

“Yobazların karanlığı, beni can evimden vurup, kararttı; yoksa aslımı biliyorsun.” dedi Kara, savunma yaparken. ”Tekrar bak, güzelliğime. Çobanın illüzyonlarına aldanma.”

Güzelleşmiş, afeti devran olmuştu.

“Boşuna uğraşma.” dedi Sinderella. Hangi kılığa girersen gir, sen benim için ebediyen çirkin kalacaksın.” (Hüzeyme Yeşim Koçak, Akçağ, 2006, s. 87-91)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi