Kitabını oku
“Aşk, Allah’ın Sırlarının Usturlabıdır*” buyurur Hz. Mevlâna. Yolun temeli, ışığı aşktır.
Yine “Sözde kalan bilgi ruhsuzdur…Her bilgi kitap okunmakla elde edilemez…. İnsan, durmadan, aralık vermeden yüzlerce cilt kitap okusa, Allah takdir etmedi ise hatırında hiçbir şey kalmaz; Fakat o kişi Allah’a kulluk eder de, iyi ve insanlara yararlı olursa, bir kitap bile okumadan, kendi içinden, kendi gönlünden görülmemiş, duyulmamış nadir bilgiler elde eder.” der. “Taklitten doğan zahiri bilgiden; sahibine yük olan bilgiden, faydasız ilimden” bahseder.” (Mevlâna, Mesnevî’den Seçmeler Cevâhir-i Mesneviyye 1, Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken, İstanbul 2001, sf. 196,199, 200)
Hakikat Yoluna, sadece kitaplar yoluyla erişemeyiz. Ancak onlar bize muhakkak ki bir zemin, fikir, yön verir.
Nitekim göreceli bile olsa; bizden beklenen, idrak, tefekkür, muhasebe gibi kabiliyet ile melekelerde herhalde kitapların katkısını, onlara dayanan bir bilgi birikimi ve eğitim sürecini, zihnî verim gibi özellikleri, neticeleri inkâr edemeyiz.
Unutmayalım ki Hz. Mevlâna da bir müderristi. Toplumların ilerlemesi, inşâsı elbette, kitapsız(ilimsiz) düşünülemez.
Fakat, sadece “fizik âlemi gören, ötesine geçemeyen cüzî akıl” da, bir noktada tıkanır kalır. Farklı bir saha ve ilim vardır.
Tasavvuf alanındaki yetkin çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, konuya ilişkin şunları söyler:
“Bu arif insanın (Mevlâna’nın), akl-ı cüz’îye sahipken akl-ı cüz’îyi tenkit ettiğini, kitaplara sahipken sadece kitabî bir talim ve tedrisle hakikatleri elde edebileceğini zannedenleri tenkit ettiğini görmekteyiz. Çünkü ona göre okunacak gerçek kitap ‘insandır’. Elimizdeki bütün yazılı, basılı kitaplar o insanı bize tanıtmak için yardımcı olacak kitaplardır. Şayet insan elimizde yoksa o kitaplar konuşmaz olurlar. O kitapların anahtarı insandadır. Kaynağı “ıkra’ kitabek” yani ‘Kitabını oku’ olan bir anlayıştır bu. Bu bir Kur’ân âyetine telmihtir. Şunu unutmayalım ki, ‘ikra’ denildiğinde ne Hz. Peygamber’in ne de ashab-ı güzînin elinde yazılı (mektup) bir Kur’an-ı Kerîm vardı. O zaman emredilen neyi okumaktır, onu da araştırmak gerekiyor.” (Mahmut Erol Kılıç, Tasavvuf Düşüncesi, Sufi Kitap, İstanbul 2014, sf. 158, 159)
Belki de insanın kendi bulması, okuması, geliştirmesi icap eden, hususî kitabına ulaşması elzem gelmektedir.
…
Daha ziyade, şiiriyle bizlere hitap eden Hz. Mevlâna’nın, kuru kuruya kitap okumak yalnızca onlara istinat etmekle değil; tasavvufa dair teorik bir kitap yazmakla alâkalı da bazı çekinceleri vardır.
Neden böyle bir eser yazmadığını soran bir dostuna verdiği cevabi mektupta şunları söyler:
“ …Şüphesiz cismanî işler ve olaylar dünyanın kendisinden daha az ve önemsiz olmakla birlikte, fıkıhla ve zâhirî amellerin esasları konusunda halka rehberlikle ilgili binlerce kitap yazıldı. Bununla birlikte bütün meseleler yazılıp çizilmedi; hâlâ zahiren çareleri izah edilmemiş ve kitaplarda bulunmayan işler olup bitmekte. Zâhirde hallerin kesretinden ve sürekli şekilde yenilenmesinden ortaya çıkan bu bir avuç zâhirî, cismani olay derli toplu sistematik bir şekilde açıklanamazken, zâhirle karşılaştırılması mümkün olmayan bâtınî ve ruhanî meselelerin temellerini ben nasıl açıklayayım? Aslında zâhirî haller iki üç fasıl altında el alınıp tartışılmıştır, ancak bu iki üç faslı sonu gelmez. Bir fasıl geçmişin hâllerini, ikincisi şimdiki hâli, üçüncüsü de gelecekteki hâlleri ele alır. Fakat hangi faslı okursan oku, sonuna hiç bir zaman ulaşamazsın. Bu üç fasıl da cüz’i aklın yordamıyla yazılmış ve küllî aklın levhasında eksiksiz ve tam olarak açıklanmıştır. Fakat bu üç faslın dışında yer alan bâtın hâllerinin bu fasılların içinde olması nasıl beklenebilir? Zira onlar ikiden de üçten de alabildiğince uzaktır ve onlardan mütemadiyen kaçarlar.
O hâlde velinimetim –daima velinimetim olarak kalmanı dilerim- sen bu ikiden ve üçten kurtulup bâtın âleminde sürekli olarak birbirini takip eden hâlleri müşahede edebilirsin İnşallah. O zaman her dem yeni ve taze olarak kalırsın ve muhayyilen de kayıtlamalardan, tahsis etmelerden, sınırlama ve kestirmelerden tamamen uzak ve beri olur.
Şu duacıya zuhur eden bu mânâlar yüzünden senin iki üç satır yazma emrini yerine getiremiyorum. Bu konuyla ilgili anlatmak istediklerim yazıya dökülecek şeyler değil, Allah’ın izniyle ancak şifahî olarak anlatılabilir.(Mektûbât)” (William C. Chittick, Sufi’nin Aşk Yolculuğu, Mevlâna’nın Manevi Öğretisi, Litera Yayıncılık, İstanbul 2016, sf.180-181)
…
Bilmekteyiz ki, kalplere, içe dökülen, filizlenen, inşirah veren nice soylu cümleler yazdı Hz. Mevlâna.
İnsana, nasiplisine “Kâmil bir eser” olma uğrunda türlü güzellikler, katkılar sağladı, yol açtı.
Büyük Bilge, ilhamını, mesnedini Kutsal Kitabımızdan alan şaheseri Mesnevî için şunları söylemektedir:
“Dünya durdukça, insanlar yaşadıkça, Mesnevî’nin şiiri de yaşar durur, okunur, zevk alınır. (Mevlâna, Mesnevî’den Seçmeler Cevâhir-i Mesneviyye 2, Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken, İstanbul 2005, sf. 548)
Bunun en canlı misalini, sayısı gittikçe artan takipçilerinde, sevenlerinde ve zamanı mekânı aşan, cihanşümul sesinin yankılanışında, yükselişinde görmekteyiz.
*(Astronomi ölçümlerinde kullanılmış tarihî bir ölçüm cihazı)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.