Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Hediyen Bende

Hediyen Bende

Bu tiyatro sahnesinden gözlerimi bir türlü alamıyorum. Oturduğum koltuğa mıh gibi çakılmış bir halde, sahnelenen oyunu izliyorum uzun süredir. Ya da, bir süredir... Zaman'dan hiç sormayın bana; bilmiyorum. Oyunu izlemekten başka bir eylemin faili olmaya iznim ve yetkim yokmuş gibi, bunu yapmak benim için hayati bir görevmiş gibi, ilahi bir buyruğa itaat eder ve yazgıyı yaşarmış gibi oturmuş ve gözlerimi sahneye dikmişim, öylece izliyorum el mahkum.

Ne izledigimi anlatayım; oyunu. Hoş, bir hikaye kitabını okurmuşum gibi değil de bir çok öyküden oluşmuş olan bir romanı okuyormuşum gibi hissettiriyor bana bu oyun. Sürekli birbirine bağlı, aslında birbirinden bir hayli de bağımsız, birbirine benzeyen ve birbirinden ayrışan bir dolu olayın sergilendiği sahnede oyuncular her nasılsa hiç yorulmuyor ve durmuyorlar. Nasıl diyeyim size, bazen ben izlerken yoruluyorum da onlar oynarken yorulmuyorlar. Ya da... Yorgunluklarından yana renk vermeyecek kadar ustalaşmışlardır belki de, kim bilir?

Gerçi, başrol karakterinin dışındaki oyuncuların çoğu devamlı değişiyor; birisi gidip diğeri geliyor. Bu yüzden o sürekli yorulmama konusundaki övgüye sadece o mazhar belki de. Dekor ve oyuncular değişse de kendisi sahneden hiç inmeyen tek oyuncu o çünkü. Başrol oyuncusu.

Onun başından geçenler anlatılıyor hep. Başından ve kalbinden geçenler... İkisi çoğu zaman uyumsuz olduğu için de fonda çalan senkronsuz bir şarkının cızırtılı ve ayarsız sesi duyuluyor çoğunlukla. Fakat uyumun, senkronun ve ahengin bulunduğu senfonik müzik sesleri de duyuluyor bazen. Dinleyicinin kulaklarını ve gönüllerini okşayan şarkılar...

Ama durun, esas noktaya gelelim asıl. Başrol oyuncusu, diyecektim... Hiç yabancısı olmadığım, içimde kendisine karşı derin ve yoğun bir tanışlık ve dostluk hissi uyanan kişi... Ondan bir 'kadın' mı, yoksa, bir 'kız çocuğu' ya da 'kız' mı diye söz etmem gerektiğinden emin olamıyorum şimdi. Zira çocukluğu da, yetişkinliği de; öncesi de şimdisi de bu sahnede sergilendi ve sergileniyor. Her hali hala yanı başımda nefes alıp soluklanırken bir sınıfa dahil edemiyorum onu. Hani şimdi 'kız çocuğu' desem yalan; 'kadın' desem yaban olur. 'Başrol' olsun onun ismi o halde burada sadece. Başrol.

Başrol, deri değiştiren bir canlı gibi farklı kimliklere bürünüyor hep. Aynı bakışlar, farklı biçimdeki ve renkteki gözlerin içinden bakıgor ve aynı kan, farklı damarların içinden akıyor gibi yani. Aynı siret, farklı suretlerle karşımıza çıkıyor neredeyse. Duruma, role ve hikayeye göre başkalaşmış kimlikler. Kiminde dost, kiminde ögrenci, kiminde anne mesela... Fakat oturduğum yerden ağzımı açamıyor ya da kalkıp sahneye fırlayıveremiyorum ki onu bir uyarsam! Nitekim uyarmak istiyorum onu, çoğu defa. Dedim ya, ona karşı içimde derin bir dostluk hissi uyanan bu kişiye yardım etmek istiyorum bazen. Onun bunu istemeyeceğini bilsem de... O bunu istemez, biliyorum. Kendimden bilirmişim gibi ve bir o kadar biliyorum bunu. Fakat yapabilseydim... Sahneye çıkabilseydim ya da en azından oturduğum yerden, bıçak açmayan ağzımı açıp da sesimi yükseltebilseydim, onu göz yaşlarına boğacak olan hep aynı olayların da hep farklı kılıklarla karşısına çıktığını; aslında yaşadığı tüm o senkronsuz konuların hep aynılarının ısıtılıp ısıtılıp farklı tabaklarla ve farklı sunumlarla önüne konulduğunu anlatabilseydim ona... Zehirlenmesini engellemiş ve onu korumuş olurdum o zaman.

Hiç kapanmayacakmış gibi duran perde kapanınca ve oyuncular sahneden inince... Biliyorum, biliyorum... Başrol de oradan inip yanıma gelecek ve benim kucağıma oturacak bir gun. Yanlış duymadınız: kucağıma. Vücutların hatları silinince iç içe gecip bütünleşeceğiz ve yekpare halde bu salonu birlikte terk edecegiz onunla.

Kendimi dışarıdan izlediğim ama bir türlü müdahalede bulunamadığım bu oyun bittiğinde tüm senaryonun ve yaşananların yazıldığı bir defter verilecek elime. Belki sağ, belki de sol taraftan uzatılacak olan bir defter... Umulur ki, rolümuzu en iyi şekilde yapmış oluruz, canım başrol... Umulur ki, zehirlenmelerin sebepleri ve müsebbibleri şıyle dursun, zehirleyen taraf biz olmayız hiç. Fakat henüz sen sahnedeyken ve ben seni izlerken, biliyorum, benim ağzımı bıçak açmasa da sen kendin anlayacaksın bir gün, yaşanan türlü şeyin, aslında bir türlü geçemediğin hep o aynı ders olduğunu! Mezuniyet hediyen ise şimdiden elimde, elimizde. Hepsi, elimizde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi