Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Hava ve Su

Hava ve Su

Adamın elle tutulan somut bedeninin içerisi havayla kaplıydı. Bir de insan vücudunun yüzde bilmem kaçının sudan oluştuğunu söylerler. Hava cıva… Bir de onu görseler! Hava diyorum hava; maddenin en dağılmış ve ayrışmış hali. Ele avuca sığmayan, sözüm ona bir bütünselliğe et ve kemik giydirilmiş sanki. Böyle tarif edebilirim onu. Bu garip adamı. Tabi garip dediğime de bakmayın, bu tuhaflıktan kendisi bile sonraları haberdar olmuştu. 30 yaşına kadar muhtevasından bihaberdi. Kaldı ki bir de başkaları anlayacaktı ondaki bu sıra dışılığı. Kimsecikler bilmezdi. Anlamazdı. Onun kas, sinir ve iskeletten oluşan normal bir insan bedeninin içinde yaşadığını sanırlardı, kendileri gibi. Dışarıdan bakılınca, ilk tahlilde tıpkı hepimiz ve herkes gibi bir görüntüye ve günlük hayata sahip olması, bu durumu besleyip ayakta tutuyordu şüphesiz. Hakikaten de bir işi ve sürekli şikayetçi olduğu bir yaşamı vardı. Günlerin birbirine olan benzerliğinden güven değil, sıkıntı duyardı. Monotonluğu, tekin bir aşinalık hissiyle değil, tek düzelikle bağdaştırırdı; sıkıcılıkla. Dedim ya, herkes gibi… Bir de gerçi, o kadar ‘havalı’ bir şeyin bir kavanoza kapatılması, bizlerde oluşabilecek olandan çok daha büyük ve yoğun bir gerginlik ve başkaldırı oluşturabilirdi onda. Bu yönüyle hakkı vardı.

Kadına gelirsek… Az önce bahsettiğim gibi, insan vücudunun yüzde şu kadarı sudan oluşur sözünün fazlasıyla hakkını verir hatta üzerine bir de kendinden eklercesine sudan oluşuyordu o. Etten ve kemikten ibaret görüntüsünün ardında ve altında, denizlere ve içinde beslenen envai çeşit canlıya gebeydi. Gebe sözcüğünü kullanmak doğru olmaz gerçi. Zira beklenen bir doğum yoktu ortada. Su, kadının içinde olmaktan memnun; kadın da suya ev sahipliği yapmaktan memnundu. Kimsenin kimsenin içinden çıkmayı, çıkıp da gitmesini istediği ve beklediği yoktu. Ev sahipliği… Doğru kelime de bu galiba. O halde tekrar yazacak olursak: etten ve kemikten oluşan görüntüsünün ardında ve altında, denizlere ve içinde beslenen binlerce çeşit canlıya ev sahipliği yapıyordu kadın. Hem bedeni, hem zihni, hem de tüm ruhuyla.

Bu arada söylemeyi unuttum, adamın içindeki hava, tabakaları olan bir sema değil de boşluk kavramıyla ilişkilendirilebilirdi daha çok. Kötülemek için söylemiyorum ama adam öyleydi işte; derinliksiz ve katmansız.

Bir gün havanın ve suyun yolları kesişti. Birisi hava, birisi su… Birbirleri için yaratılmadıkları gayet açıktı fakat bu kesişimden, ikisinin de daha önce tanımadığı bir element çıkıp gelmişti: ateş. Isıtan -bazen yakan- canlandıran, renklendiren, aydınlatan ve kaynatan bir şey vardı artık hemen oralarda. Ellerine tutuşturulmuş meşaleler vardı.

Hava, suyun katmanlarına doğru sızarken karşılaştığı binlerce çeşit canlının gizemi ve sürprizleri karşısında sanki boşluktan oluşan varlığını manalarla doldurup taşırıyor ve böylece zenginleşip çoğalıyordu. O tek düze bulduğu hayatının neşe ve heyecan grafiği devamlı yükseliyordu. Meşalelerin içindeki ateşin de etkisi büyüktü bunda tabi. Su ise, havanın varlığının sebep olduğu özgürlük, ferahlık ve çokluk hissiyle yoğun ve tatlı bir sarhoşluk yaşıyor, ilk kez ortaya çıkan elementin alevleriyle dans ediyordu.

Fakat ateş… Onlara yaradı mı dersiniz, bu işin sonunda? Adam ateşi çoğalttı çoğaltmasına. Havaydı ne de olsa. Su ise günden güne -bilmeden- o ateşi söndürdü doğası gereği. Ateş suyu yok etmiyordu evet ama ateşin ateşliğinin azalmasından dolayı kadın git gide üşümeye; kendi içindeki suyun derinliklerinde boğulmaya, içinde yaşayan canlıları besleyememeye başladı. Tabiatının gereğini yapamayan her canlı gibi, git gide huzursuzlanmaya… Havanın başının ateşle hoş olduğu kadar, suyun başı ateşle hoş değildi kısacası. Adamla kadını birbirine bağlayan o şey de, işte böyle söndü zaten.

En başından beri ayrılması, zaten hiç kesişmemesi gereken iki yol birbirinden böylece ayrılmış oldu. Gerçi ‘her şeyin olması gerektiği gibi olduğu’ gerçeği, bir önceki cümleden daha geçerlidir ya, neyse. Hikmeti hemen buradayken anlayacak değiliz, öyle değil mi? Konuya dönersek de, su için toprak lazımdı zaten. Besleyebileceği. Buldu da. Adam da, ateşi ona yeniden getirebilecek olan başka kesişimlere doğru yöneltti yolunu. Birlikte yanabileceği.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi