Tutulmalar
Öyle bir akıl tutulması yaşıyoruz ki, ne yaptığımız, ne yöne gittiğimiz belli değil.
Her gün daha garipleşen sözler geliyor tepelerden; halk tepe tepe kullansın diye…
Son günlerde, artık nasıl bir ilişki kurulduysa, “Biz kendimiz yapmıyoruz, Allah yaptırıyor” şeklinde ifadeleri duyuyor ve üzerinde konuşuyoruz.
Yönetimde, işlerimizde cüzi irade yoksa başka nerde olabilir; insan başıboş bir varlık mı? Vazife, (pek övündükleri) hizmet varsa, sorumluluk da olmaz mı?
Dileğimiz gibi işler yapalım, keyfimizce kamuyu ilgilendiren kararlar alalım, ülkenin kaderiyle oynayalım; itham ettiklerimiz, hatta düşman bellediklerimiz gibi serazat, lüks içinde bir hayat sürelim ama hiç bir taksirimiz bulunmasın, sorumluluk bize ait değil. Çünkü “Yaptıran” başka.
Her türlü masumluk, günahsızlık karinesiyse bizde. Melekler gibi masum geziniriz sahillerde, cismimiz dolu, uçup dururuz göklerde…
Ancak mesela bu tezi, benzer bir iddiayı muhalefet yahut başka birileri ileri süremez. Onların bütün günahı, suçları, cemaziyülevveli, yedi sülaleleriyle, geçmişi geleceğiyle birlikte kendilerine aittir.
Hep eleştirel düşünce, iç-dış güçler, şimdi de -haşa- Allah (kötü) gidişattan mesuldür.
Düşünmeden edemiyoruz. Kuranı Kerim neden indirildi? Cennet- Cehennem bahisleri, kulun sorumluluğuna dair uyarılar neden var.
Kitabımızda, peygamberlere dahi ikazlar niçin yer alıyor, ne gerekçeyle gönderildiler?
Hz. Âdem, Cennetten ne sebeple çıkarıldı. Peygamberlerin duaları, yakarışları niçin satırlarda sadırlarda çınlıyor.
Hz. Yunus, Hz. Yusuf, Hz. Musa kıssalarını tekrar hatırlayalım.
Hz. Süleyman’ın tahtına, uyarı babında ne kondu. Hz. Davud’un dikkati neye çekildi?
Cenabı Hak, Sevgililerine, elçilerine bile böyle bir imtiyaz vermemişken, basit kullara bu ayrıcalığı tanır mı? Nasıl bir üstünlüğe sahiptir bahsi geçenler?
Bütün faziletler, yücelikler, güzellikler, zevk ü sefa bizde. Ufak tefek hatalar olsa da “Ne yapalım, Allah böyle istedi” Sınırsız bir özgürlük, hak tanıyacaktır siyaset(ç)imize. Denilebilir mi?
Bir kesim, hele idareci sınıfı; mükellefiyetlerinden soyunmuş, iktidarken “iktidarsız” olabilir mi?
Hangi inanç / devlet sisteminde vardır böyle bir keyif, hürriyet?
Bir zamanlar “aldatıldık” demişler, çeşitli konularda özeleştiride bulunmuşlardı. Demek ki, hata işleyebiliyormuşuz.
Bizim bildiğimiz, ancak akıldan yoksun kişiler; sorgudan sualden, mesuliyetten muaftır.
Herhalde kimse, kendi hakkında böylesi bir imada bulunmak istemez.
Dinî gruplarla ilgilenir, siyaseten yanlarına çekmek isterler.
Sorun bakalım, nefsin yedi mertebesi nedir; Peygamber Efendimizce (S.A.V.) tanımlanan “Büyük Cihat” neye derler.
Hep insanın zaaflarına, iki yönlü bir varlık olduğuna dair emareler değil mi?
Yeryüzünde bunca kötülüğü, fenalığı işleyen, zulmeden kim; neden cezalar verilip, idam sehpaları kuruluyor, neden ille hukuk deniyor? Ama size göre, Kim yaptırıyor(du)?
Bir zamanlar da, özellikle seçim öncesi; destekçilerini cennetlere sokarak, diğerlerini cehennemlere boylatarak, milleti oy için yönlendirmişler, “partili ahiret” peydahlamışlardı.
Siyaset üstü, tarafsız olması gereken hocaları bile bölmüşlerdi.
Maddî-manevî dünya için, yegâne karar verici gibi davranılabilir mi? İnsan kendine böyle bir görev yükleyebilir mi? Ucu nereye varır?
Dinle çok rahat oynuyorlar. Bu cesareti, cüreti nereden alıyorlar diyordum. Demek “Tanrıdanmış”, üstelik daima onlardan yanaymış.
İnançlar, kutsal böylelikle yıkılır işte.
Politika bu derecede yüceltilmez; din siyasî emeller için bu kadar da kullanılmaz ki.
Yazık! Çok yazık!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.