Gerçeklerle Oynamayalım
Bu hafta Türkiye bütün enerjisini, ulusal târihimize burnunu sokan, son zamanlarda Avrupa’da devamlı Türk düşmanlığı üzerine gayret gösteren Fransa’nın sözde(!) Ermeni soykırımıyla ilgili kaydedilen son derece üzücü gelişmelere harcamak zorunda kaldı. Türkiye’nin dünyâda kaydettiği ekonomik ve siyâsi trendi ile yükselen başarı öyküsü Avrupa’da hemen herkesi rahatsız ederken Fransa’yı da rahatsız ettiği çok net olarak ortada. Türkiye’nin ayağına çelme takma hamleleri tam olarak da Fransa’ya yakışan bir tutum.
Perşembe günü 500’ü aşkın bir sayıya sâhip Fransa Parlamentosunda sâdece 38 ‘evet’ oyuyla kabul edilen ‘Ermeni soykırımı’ aleyhine konuşulmaya para cezâsını gerektiren karârın kabul edilmesinin ne kadar abes olduğunu söylemeye bile gerek yok. Fransa’nın bu karârını tüm yüreğimizle kınıyor, tel’in ediyor ve kabul etmediğimizi ilân ediyoruz.
Yirminci yüzyıl Avrupa’sına ne kadar yakışan bir karar bu karar! Bu karârın Ermenilikle ve Ermenilerle alâkasından çok tüm dünyâda ‘İnsanların düşünce özgürlüklerine’ vurulan bir darbe olmasıyla daha çok alâkası var. Bu kararla insanların hür vicdanları ve özgür fikirleri kıskaç altına alınmıştır, düşüncelere ipotek konulmuştur. Bu karar yalnızca bizi değil diğer 27 Avrupa ülkesini de bu yönüyle ilgilendirmektedir. İnsanların nasıl düşüneceklerine, kime ve neye inanacaklarına ancak kendileri karar verir. Kimse buna ne para cezâsı ne hapis ne de başka bir dayatma koyabilir. Hemen her anayasada düşünce ve inanç özgürlüğü en etken madde olurken yıllardır medeniyetin, özgürlüğün, reformların Avrupa’sının Fransa’sında bugünkü gelinen vahim nokta cidden Fransa adına bir insanlık suçudur. Bunlar mı ünlü filozof Voltair’in dediği; ‘Fikirlerinize katılmıyor olabilirim, fakat onları ifâde etmenizi hayâtım pahasına savunurum.’ Torunları! Voltair’in kutsi ifâdesi nerde bugünkü özgür fikirlere cezâ koyan Fransa nerede? Genelde herkes meseleye siyâsi açıdan bakıyor halbuki hür dünyânın (!) insanları meseleye ‘düşünce hürriyeti’nin tehdit ediliyor olması açısından bakmaları gerekir. Aslında Fransa bugün devamlı bağlı bulunduğunu iddia ettiği ifâde hürriyetini açıkça ihlal ediyor. Fransa’nın yaptığı bu net ihlale diğer Avrupa ülkelerinin karşı çıkması beklenir çünkü onun yaptığı tüm AB ülkelerini de bağlayıcıdır. Ayni şeyi acaba Türkiye yapsaydı dünya kim bilir neler yapardı? Bir düşününüz!
Fransa bu yanlışı yaparken bir yandan da Ermeni meselesi üzerinden Türkiye ile olan özel hesaplarını görüyor. 1900’lü yıllarda Ermenileri Osmanlılara karşı devamlı kışkırtan Fransa, Ermenilerin tehcirinde olayı sâdece seyretmekle yetinmişti. 1900’lü yıllara gelinceye kadar Ermeniler Osmanlılarla birlikte tam 900 sene huzur içinde yaşamışlardı. Hatta Selçuklulardan beri birlikte yaşadıkları Osmanlı Türkleriyle en çok entegre olan teb’a, Ermenilerdi. Bu sebeple Osmanlılar onlara milleti sâdıka (=sâdık millet) yakıştırması yaparlardı. Ancak bilindiği gibi 1900’den 1923’e gelinceye kadar geçen zaman diliminde Osmanlı İmparatorluğu âdeta bir ateş çemberinde idi. Koca İmparatorluk bir dağılma ve parçalanma sürecine girmişti. O karışık devrelerde diğer teb’a gibi Ermenilerde bâzı sıkıntılar yaşamışlardır. Tam savaş zamânında herkes Osmanlı’nın bölünüp, parçalanmasını isterken bu arada bâzı mihraklar Ermenilerle işbirliği içine girerek siz de Doğu Bölgelerinde kendinize özgü bir devlet kursanız diye telkin ve teşviklerde bulundular. O sıralarda Avrupa’da ‘milliyetçilik’ kavramları hızla revaç bulmaktaydı. Ermeniler de bu fikre kapıldılar ve ‘Neden Olmasın?’ diyerek gereklerini yapmaya koyuldular. Bunun için önce bir siyâsi yapılanmaya ihtiyaçları vardı. O zamanlarda Ermenilerin kilisenin vakfından başka bir yapılanmaları yoktu. Sonraları dış mihrakların akıl hocalığı yaparak teşviklerinin sonucunda, ‘Ermenistan’a Doğru’, ‘Araratlı Cemiyeti’, ‘Hür Ermenistan Cemiyeti’, ‘Ermeni Cemiyetini Geliştirme Cemiyeti’ gibi dernekler oluşturuldu. Bunlar isimlerinden de anlaşıldığı gibi herhangi bir hayır kuruluşu filan değillerdi onlar bugünün PKK’sı gibi aynen silahlı, çeşitli kıyımlar ve eylemler yapan oluşumlardı. O zamanlar Ermeniler Kurtuluş Savaşına kaçıp savaşa katılmamışlardı daha çok Ruslarla birlik Türklere karşı oluşumlarda yer alıyorlardı. Köprüleri havaya uçuruyorlar, telgrafların tellerini kesiyorlar, askere giden yiyeceklerin gitmesine engel oluyorlar ve askerimizin aç kalmasına sebep oluyorlardı. Doğuda birçok köye katliamlar düzenliyor sâhipsiz köylerdeki kadınları, çocukları ve vâr olan ahâliyi katlediyorlardı. Köyde eli silah tutan kimseler yoktu herkes savaştaydı, kalanlar erkek olarak ya yaşlılar ya da sakat kişilerdi. Ermeniler bu savunmasız kalmış mâsum sivilleri tek tek veya toplu halde katletmekten çekinmediler. Ermeniler Doğu illerinde özellikle de Van’da çoğunluktaydılar. Amaçları bölgede yaşayan Müslüman Türkleri kaçırtmaktı ki, kendileri civar illeri de katarak bölgede bir Ermeni Devleti kursun istiyorlardı. Onlar devamlı dış güçlerle temas hâlindeydiler. Mektuplar yazıyorlar, bölgede olan biteni hep dış mihraklara bildiriyorlardı. Ermeniler dâima dış güçlerden teşvik gördüler.
Koca bir İmparatorluktan yalnızca Anadolu toprakları kendilerine kalan Türkler, ‘Türkiye Cumhûriyeti’ adıyla bağımsız bir devlet kurdu. Her ne kadar yeni kurulsa da bir devletin kendini savunma hakkı en tabi hakkıdır. Bu sebeple Doğu Bölgelerindeki çıkan karışıklıkları bastırmak adına zulme karşı mukâbele etmesi bir devletin en temel görevidir. Ermeni tehciri meselesi de o karışıklık zamanlarında gerçekleşmiştir ve doğru bir karardır. Bölgedeki Ermenilerin tüm taşınmaz vâridatları tek tek kaydedilerek güneyde Sûriye tarafına doğru gönderilmişti. Bir milyonu geçen veya geçmeyen sayıdaki Ermeni vatandaşlarımız çeşitli bölgelere ama daha çok güneye doğru göç etmişlerdir. O zamanki şartlar bunu gerektiriyordu. Ayni zamanda Avrupa’daki ve Balkanlardaki Türkler de tehcire uğrayarak yaşadıkları topraklardan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır. Mesele budur. Türkiye’nin Allâh (c.c)a şükür utanılacak bir târihi yoktur. Meseleye târihçiler çözüm bulmalılar.
Ancak ülkemizde bu konudaki araştırmalar şimdiye kadar eksik kalmıştır. Bir defa 1980’lere kadar bu hususta ne yapıldığı belli olmayan kimi zaman inkar eden kimi zaman kabul eder tavırlar sergilenmiş hiçbir araştırmaya yönelik çalışma yapılmamıştır. 1980-1990 arası akademisyenler daha yeni araştırma yapmaya başladılar ama bu seferde elde fikir üretmeye yarayacak belgeler yoktu. Arşivler açılmaya, belge toplanmaya başlandı ancak bizim Arapça, Osmanlıca ve Ermenice belgeleri okuyabilecek elemanlarımız yoktu. Neyse bir zaman sonra bu elemanlar yetişti, belgeler incelendi ama düşünceleri daha tam oturmamış araştırmacıların yazdıkları şeyler çok tutarlı olmadı dolayısıyla bizim yazdıklarımızı Avrupalı târihçiler araştırdılar sonuçları pek ciddiye almadılar. Çünkü birbiriyle çelişen çok tutarsız şeylerdi elindekiler. 1990’dan sonra da bizim akademisyenlerimiz Ermeni konusu için karşılıklı ‘Mukâtele’(= halklarının birbirini katletmesi) dediler ve maalesef başkaca fikir serdeden de olmadı.
2001 yılına kadar Ermeniler boş durmadılar bizim gibi konuyla ilgili tam 26 bin kitap yazdılar. Bizde ise 1990’a kadar 100 üniversitemiz olmasına rağmen Ermenilerle ilgili bırakın kürsü kurmayı, kitap yazmayı sâdece 150 kadar makâle yazılmıştı. Aradaki farka bakar mısınız? Bu sebeple Türkiye kendini kendi halkına anlatamadığı gibi dünya platformlarında da haklı olduğu gerekçeleri duyurmakta, anlatmakta çok geç kaldı. Türkiye şimdiden sonra bu açığı derhal ve en hızlı bir şekilde kapatmalıdır. Hem ülke içinde hem dünyâda gerek üniversiteler gerekse farklı resmi kurumlar bünyesinde uluslar arası konjoktürde Ermeni Meselesi gibi târihi meselelerini iyi anlatabilecek çalışmalar yapacak enstitüler, kürsüler, seminerler ve benzer oluşumları düzenlemenin yanı sıra dünya çapında da etkin ‘Lobi’ faaliyetleri düzenlemelidir. Bu şekilde çeşitli gurupsal oluşumlar içerisine girmeli, kendini dünya kulvarında iyi anlatabilmelidir. Pek tabi bu vazife, kendini sâdece bu işe vermiş bilgi, kültür, târih donanımına sâhip işinin ehli insanlarla yapılmalı. Uzman ekiple yapılacak böylesi gayretli çalışmalara bugün özellikle bu sahada her şeyden çok ihtiyaç var. Ermeniler 30 yılda kendilerini iyi ifâde ettiler ki Avrupa’nın % 85’i Ermeni konusunda Fransa’ya yakın düşünceler içerisinde. Demek ki geçen 30 senelik süreçte Ermeniler derslerine iyi çalışmışlar.
1973 yılına kadar ülke genelinde ve dünya gündeminde pek Ermeni meselesi diye bir şey yoktu. Tâki 1973’de Amerika’nın Kaliforniya Eyâletinde Mıgırdıç Yanıkyan isimli bir Ermeninin iki diplomatımızı şehit edinceye kadar. Bu Ermeni kâtil, Türk diplomatlarını öldürme sebebini şöyle açıklıyordu; ‘1915’te katledilen 1,5 milyon Ermeninin intikâmını almak için yaptım’ diyor. Tam 1983’e kadar devam eden on senelik süreçte birçok diplomatımız ve elçilik personelimiz Ermeni ‘Asala’ örgütü militanlarınca acımasızca şehit edildi. Bu yasa dışı örgüt Türkiye’nin ve dünyânın çeşitli yerlerinde birçok eylemler gerçekleştirdiler. Özellikle de Kıbrıs Rum Bölgesinde sıkça görüldüler. Fransa’nın göbeği Pâris’te intikam yemini içtiler. En son Fransa ‘Orli’de yaptıkları katliamlar epey bir infial oluşturdu. Asala’nın 10 sene boyu yaptıkları Avrupa’yı da diasporadaki Ermenileri de rahatsız etmekteydi. Artık Ermeni militanları ve Asala, Avrupa’da dışlanmaya başladı. Sonunda bu eylemler kim tarafından, nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde son buldu. Ama o aralar bu seferde Türkiye’nin kucağına PKK ateş topunu koydular. Zâten Asala’nın o zamanlar PKK’yla ilişkileri vardı. Yâni Ermenilerin temiz bir mâzileri yok.
Daha yenilerde Dağlık Karabağ’da katliam yapmış bir Ermenistan var karşımızda. Ermeniler bütün kavramlarını soykırıma ve milliyetçiliğe dayamış bir ülke. Bu meseleyi insâni boyutuyla değerlendirmenin bir mantığı yok mesele tamâmen siyâsi ve politiktir.
Hiçbir ülke Türkiye’ye akıl öğretmeye ve ders vermeye kalkmasın. Herkes dönsün kendi târihine, geçmişine bir baksın. Türkiye dünyâda hiçbir zaman emperyalist bir ülke olmamıştır. Bu hakikat geçmişte böyleydi bugünde ayni. Türkiye hiçbir ülkeyi talan etmemiştir, sömürmemiştir, mâsum canlara kıymamıştır. İnsan onuru ve haysiyetiyle oynamamıştır. Ne yaptıysa vatan savunması için meşru zeminlerde ve meşru çerçevede yapmıştır. Bunu her ülke yapar. Bu sebeple Türkiye’nin gerisinde şerefli bir mâzi vardır. Hep de öyle olacaktır. Zirâ bizim değerlerimiz ilâhi temellere dayanır.
Ama Avrupa öyle mi ya? Daha Bizans İmparatorluğu zamânında asıl o zamanki Bizans Ermenilere, Süryânilere, Rumlara ne soykırımlar yapmışlardır. Daha sonraları bunlar Osmanlı idâresine girince; ‘Yaşadıkları huzur içinde hayattan dolayı Türkler bize Allâh’ın gönderdiği bir lütuf’ diye duâlar etmişlerdir. Almanya’ya bakın Hitler zamânı kendi bölgesinde yaptığı katliamlar tam bir soykırım hâlâ da devam eden Neo-Nazi cinâyetlerine bakın utanılacak durumları devam ediyor. İngiltere’ye bakınız hemen her ülkenin karışmasında parmağı var. Neleri kimleri sömürmedi? İşte yakın târihte zâten sâbıkalı bir geçmişe sâhip Amerika’yla birlikte Irakta katlettiklerinin haddi hesâbı var mı? Hâli hazırda kendi içinde İrlanda’ya yaptıkları konuşulmaya devam ediyor. Rusya dünyânın gözü önünde Gürcistan’a saldırdı. Dağılan Yugoslavya’da Sırplar onca yıl kardeşçe yaşadıkları Boşnakları nasıl Avrupa’nın gözü önünde katlettiler, ne pislikler yaptılar. Saymakla bitmiyor. En son Fransa’nın sömürgelik hegemonyasından söz etmesek olmaz. Sömürgecilik eskidendi, demeyiniz. Bugün sömürgecilik bitmedi yalnızca yöntem değiştirdi. Genelde sömürgeciliğin hâkim olduğu Afrika’daki 54 ülkeden 21’inde resmi dil Fransızca ve bu ülkelerin çoğunda hâlen Fransız askeri mevcut. Bu ne demek? Herhalde Afrikalılar Fransızları çok sevdiklerinden ve ülkelerine buyur ettiklerinde değil sanırız. Fransa Afrika’daki sömürge hegemonyasını nice soykırımlar üzerinden devşirdi. Son zamanlarda tamâmen insâni ve ticâri amaçlı giden Türkleri de Çin gibi başka ülkeleri de istemiyor. Neden peki? Fransa o bölgelerde yaptığı yanlış işlerin ayyuka çıkmasını istemiyor da ondan. Fransa’da yüzleşmeli kendi yaptığı soykırımlardan, Cezâyir’de yaptıklarından, Ruanda’da katlettiklerinden hesaplar sorulmalı Fransa’ya. Asıl soykırımı bakalım kim yapmış? Tıpkı diğer Avrupa ülkeleri gibi Fransa’nın da verecek çok hesâbı vardır.
Ülkeler târihleriyle yüzleşmelidir. Yanlışlar mümkünse düzeltilmeli, hatalar giderilmeli, suçlular ise cezâlandırılmalıdır. Bu gerçeği yalnızca Türkiye değil tüm dünya ülkeleri yapmalıdır. Başka ülkeler suçlanmadan önce herkes önce dönüp kendi târihlerine bakmalıdır. Türkiye’nin çok şükür övünülecek, şerefli ve tertemiz bir mâzisi vardır.
Bütün bunların sonunda Türkiye ilkeli ve kararlı tavrını sürdürmeli. Ekonomik, siyâsi, politik, sosyal yaptırımlar konularında, uyarılarındaki netliğini korumalıdır. Türkiye’nin peşini bir türlü bırakmayan bu soruna çözüm bulma adına Türkiye, Türkiye’den, Ermenistan’dan ve dünyâdan tarafsız uzmanlarından oluşan heyetlerle araştırma komisyonları kurarak gerçekleri dünyânın gözüne sokmalıdır. Türkiye, Fransa ve Ermenilerin kurduğu oyunda değil kendi kulvarında cesurca onlarla oynamalıdır. Bunu bugün sağlayacak kadrolar var hamdolsun vesselam.
Perşembe günü 500’ü aşkın bir sayıya sâhip Fransa Parlamentosunda sâdece 38 ‘evet’ oyuyla kabul edilen ‘Ermeni soykırımı’ aleyhine konuşulmaya para cezâsını gerektiren karârın kabul edilmesinin ne kadar abes olduğunu söylemeye bile gerek yok. Fransa’nın bu karârını tüm yüreğimizle kınıyor, tel’in ediyor ve kabul etmediğimizi ilân ediyoruz.
Yirminci yüzyıl Avrupa’sına ne kadar yakışan bir karar bu karar! Bu karârın Ermenilikle ve Ermenilerle alâkasından çok tüm dünyâda ‘İnsanların düşünce özgürlüklerine’ vurulan bir darbe olmasıyla daha çok alâkası var. Bu kararla insanların hür vicdanları ve özgür fikirleri kıskaç altına alınmıştır, düşüncelere ipotek konulmuştur. Bu karar yalnızca bizi değil diğer 27 Avrupa ülkesini de bu yönüyle ilgilendirmektedir. İnsanların nasıl düşüneceklerine, kime ve neye inanacaklarına ancak kendileri karar verir. Kimse buna ne para cezâsı ne hapis ne de başka bir dayatma koyabilir. Hemen her anayasada düşünce ve inanç özgürlüğü en etken madde olurken yıllardır medeniyetin, özgürlüğün, reformların Avrupa’sının Fransa’sında bugünkü gelinen vahim nokta cidden Fransa adına bir insanlık suçudur. Bunlar mı ünlü filozof Voltair’in dediği; ‘Fikirlerinize katılmıyor olabilirim, fakat onları ifâde etmenizi hayâtım pahasına savunurum.’ Torunları! Voltair’in kutsi ifâdesi nerde bugünkü özgür fikirlere cezâ koyan Fransa nerede? Genelde herkes meseleye siyâsi açıdan bakıyor halbuki hür dünyânın (!) insanları meseleye ‘düşünce hürriyeti’nin tehdit ediliyor olması açısından bakmaları gerekir. Aslında Fransa bugün devamlı bağlı bulunduğunu iddia ettiği ifâde hürriyetini açıkça ihlal ediyor. Fransa’nın yaptığı bu net ihlale diğer Avrupa ülkelerinin karşı çıkması beklenir çünkü onun yaptığı tüm AB ülkelerini de bağlayıcıdır. Ayni şeyi acaba Türkiye yapsaydı dünya kim bilir neler yapardı? Bir düşününüz!
Fransa bu yanlışı yaparken bir yandan da Ermeni meselesi üzerinden Türkiye ile olan özel hesaplarını görüyor. 1900’lü yıllarda Ermenileri Osmanlılara karşı devamlı kışkırtan Fransa, Ermenilerin tehcirinde olayı sâdece seyretmekle yetinmişti. 1900’lü yıllara gelinceye kadar Ermeniler Osmanlılarla birlikte tam 900 sene huzur içinde yaşamışlardı. Hatta Selçuklulardan beri birlikte yaşadıkları Osmanlı Türkleriyle en çok entegre olan teb’a, Ermenilerdi. Bu sebeple Osmanlılar onlara milleti sâdıka (=sâdık millet) yakıştırması yaparlardı. Ancak bilindiği gibi 1900’den 1923’e gelinceye kadar geçen zaman diliminde Osmanlı İmparatorluğu âdeta bir ateş çemberinde idi. Koca İmparatorluk bir dağılma ve parçalanma sürecine girmişti. O karışık devrelerde diğer teb’a gibi Ermenilerde bâzı sıkıntılar yaşamışlardır. Tam savaş zamânında herkes Osmanlı’nın bölünüp, parçalanmasını isterken bu arada bâzı mihraklar Ermenilerle işbirliği içine girerek siz de Doğu Bölgelerinde kendinize özgü bir devlet kursanız diye telkin ve teşviklerde bulundular. O sıralarda Avrupa’da ‘milliyetçilik’ kavramları hızla revaç bulmaktaydı. Ermeniler de bu fikre kapıldılar ve ‘Neden Olmasın?’ diyerek gereklerini yapmaya koyuldular. Bunun için önce bir siyâsi yapılanmaya ihtiyaçları vardı. O zamanlarda Ermenilerin kilisenin vakfından başka bir yapılanmaları yoktu. Sonraları dış mihrakların akıl hocalığı yaparak teşviklerinin sonucunda, ‘Ermenistan’a Doğru’, ‘Araratlı Cemiyeti’, ‘Hür Ermenistan Cemiyeti’, ‘Ermeni Cemiyetini Geliştirme Cemiyeti’ gibi dernekler oluşturuldu. Bunlar isimlerinden de anlaşıldığı gibi herhangi bir hayır kuruluşu filan değillerdi onlar bugünün PKK’sı gibi aynen silahlı, çeşitli kıyımlar ve eylemler yapan oluşumlardı. O zamanlar Ermeniler Kurtuluş Savaşına kaçıp savaşa katılmamışlardı daha çok Ruslarla birlik Türklere karşı oluşumlarda yer alıyorlardı. Köprüleri havaya uçuruyorlar, telgrafların tellerini kesiyorlar, askere giden yiyeceklerin gitmesine engel oluyorlar ve askerimizin aç kalmasına sebep oluyorlardı. Doğuda birçok köye katliamlar düzenliyor sâhipsiz köylerdeki kadınları, çocukları ve vâr olan ahâliyi katlediyorlardı. Köyde eli silah tutan kimseler yoktu herkes savaştaydı, kalanlar erkek olarak ya yaşlılar ya da sakat kişilerdi. Ermeniler bu savunmasız kalmış mâsum sivilleri tek tek veya toplu halde katletmekten çekinmediler. Ermeniler Doğu illerinde özellikle de Van’da çoğunluktaydılar. Amaçları bölgede yaşayan Müslüman Türkleri kaçırtmaktı ki, kendileri civar illeri de katarak bölgede bir Ermeni Devleti kursun istiyorlardı. Onlar devamlı dış güçlerle temas hâlindeydiler. Mektuplar yazıyorlar, bölgede olan biteni hep dış mihraklara bildiriyorlardı. Ermeniler dâima dış güçlerden teşvik gördüler.
Koca bir İmparatorluktan yalnızca Anadolu toprakları kendilerine kalan Türkler, ‘Türkiye Cumhûriyeti’ adıyla bağımsız bir devlet kurdu. Her ne kadar yeni kurulsa da bir devletin kendini savunma hakkı en tabi hakkıdır. Bu sebeple Doğu Bölgelerindeki çıkan karışıklıkları bastırmak adına zulme karşı mukâbele etmesi bir devletin en temel görevidir. Ermeni tehciri meselesi de o karışıklık zamanlarında gerçekleşmiştir ve doğru bir karardır. Bölgedeki Ermenilerin tüm taşınmaz vâridatları tek tek kaydedilerek güneyde Sûriye tarafına doğru gönderilmişti. Bir milyonu geçen veya geçmeyen sayıdaki Ermeni vatandaşlarımız çeşitli bölgelere ama daha çok güneye doğru göç etmişlerdir. O zamanki şartlar bunu gerektiriyordu. Ayni zamanda Avrupa’daki ve Balkanlardaki Türkler de tehcire uğrayarak yaşadıkları topraklardan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır. Mesele budur. Türkiye’nin Allâh (c.c)a şükür utanılacak bir târihi yoktur. Meseleye târihçiler çözüm bulmalılar.
Ancak ülkemizde bu konudaki araştırmalar şimdiye kadar eksik kalmıştır. Bir defa 1980’lere kadar bu hususta ne yapıldığı belli olmayan kimi zaman inkar eden kimi zaman kabul eder tavırlar sergilenmiş hiçbir araştırmaya yönelik çalışma yapılmamıştır. 1980-1990 arası akademisyenler daha yeni araştırma yapmaya başladılar ama bu seferde elde fikir üretmeye yarayacak belgeler yoktu. Arşivler açılmaya, belge toplanmaya başlandı ancak bizim Arapça, Osmanlıca ve Ermenice belgeleri okuyabilecek elemanlarımız yoktu. Neyse bir zaman sonra bu elemanlar yetişti, belgeler incelendi ama düşünceleri daha tam oturmamış araştırmacıların yazdıkları şeyler çok tutarlı olmadı dolayısıyla bizim yazdıklarımızı Avrupalı târihçiler araştırdılar sonuçları pek ciddiye almadılar. Çünkü birbiriyle çelişen çok tutarsız şeylerdi elindekiler. 1990’dan sonra da bizim akademisyenlerimiz Ermeni konusu için karşılıklı ‘Mukâtele’(= halklarının birbirini katletmesi) dediler ve maalesef başkaca fikir serdeden de olmadı.
2001 yılına kadar Ermeniler boş durmadılar bizim gibi konuyla ilgili tam 26 bin kitap yazdılar. Bizde ise 1990’a kadar 100 üniversitemiz olmasına rağmen Ermenilerle ilgili bırakın kürsü kurmayı, kitap yazmayı sâdece 150 kadar makâle yazılmıştı. Aradaki farka bakar mısınız? Bu sebeple Türkiye kendini kendi halkına anlatamadığı gibi dünya platformlarında da haklı olduğu gerekçeleri duyurmakta, anlatmakta çok geç kaldı. Türkiye şimdiden sonra bu açığı derhal ve en hızlı bir şekilde kapatmalıdır. Hem ülke içinde hem dünyâda gerek üniversiteler gerekse farklı resmi kurumlar bünyesinde uluslar arası konjoktürde Ermeni Meselesi gibi târihi meselelerini iyi anlatabilecek çalışmalar yapacak enstitüler, kürsüler, seminerler ve benzer oluşumları düzenlemenin yanı sıra dünya çapında da etkin ‘Lobi’ faaliyetleri düzenlemelidir. Bu şekilde çeşitli gurupsal oluşumlar içerisine girmeli, kendini dünya kulvarında iyi anlatabilmelidir. Pek tabi bu vazife, kendini sâdece bu işe vermiş bilgi, kültür, târih donanımına sâhip işinin ehli insanlarla yapılmalı. Uzman ekiple yapılacak böylesi gayretli çalışmalara bugün özellikle bu sahada her şeyden çok ihtiyaç var. Ermeniler 30 yılda kendilerini iyi ifâde ettiler ki Avrupa’nın % 85’i Ermeni konusunda Fransa’ya yakın düşünceler içerisinde. Demek ki geçen 30 senelik süreçte Ermeniler derslerine iyi çalışmışlar.
1973 yılına kadar ülke genelinde ve dünya gündeminde pek Ermeni meselesi diye bir şey yoktu. Tâki 1973’de Amerika’nın Kaliforniya Eyâletinde Mıgırdıç Yanıkyan isimli bir Ermeninin iki diplomatımızı şehit edinceye kadar. Bu Ermeni kâtil, Türk diplomatlarını öldürme sebebini şöyle açıklıyordu; ‘1915’te katledilen 1,5 milyon Ermeninin intikâmını almak için yaptım’ diyor. Tam 1983’e kadar devam eden on senelik süreçte birçok diplomatımız ve elçilik personelimiz Ermeni ‘Asala’ örgütü militanlarınca acımasızca şehit edildi. Bu yasa dışı örgüt Türkiye’nin ve dünyânın çeşitli yerlerinde birçok eylemler gerçekleştirdiler. Özellikle de Kıbrıs Rum Bölgesinde sıkça görüldüler. Fransa’nın göbeği Pâris’te intikam yemini içtiler. En son Fransa ‘Orli’de yaptıkları katliamlar epey bir infial oluşturdu. Asala’nın 10 sene boyu yaptıkları Avrupa’yı da diasporadaki Ermenileri de rahatsız etmekteydi. Artık Ermeni militanları ve Asala, Avrupa’da dışlanmaya başladı. Sonunda bu eylemler kim tarafından, nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde son buldu. Ama o aralar bu seferde Türkiye’nin kucağına PKK ateş topunu koydular. Zâten Asala’nın o zamanlar PKK’yla ilişkileri vardı. Yâni Ermenilerin temiz bir mâzileri yok.
Daha yenilerde Dağlık Karabağ’da katliam yapmış bir Ermenistan var karşımızda. Ermeniler bütün kavramlarını soykırıma ve milliyetçiliğe dayamış bir ülke. Bu meseleyi insâni boyutuyla değerlendirmenin bir mantığı yok mesele tamâmen siyâsi ve politiktir.
Hiçbir ülke Türkiye’ye akıl öğretmeye ve ders vermeye kalkmasın. Herkes dönsün kendi târihine, geçmişine bir baksın. Türkiye dünyâda hiçbir zaman emperyalist bir ülke olmamıştır. Bu hakikat geçmişte böyleydi bugünde ayni. Türkiye hiçbir ülkeyi talan etmemiştir, sömürmemiştir, mâsum canlara kıymamıştır. İnsan onuru ve haysiyetiyle oynamamıştır. Ne yaptıysa vatan savunması için meşru zeminlerde ve meşru çerçevede yapmıştır. Bunu her ülke yapar. Bu sebeple Türkiye’nin gerisinde şerefli bir mâzi vardır. Hep de öyle olacaktır. Zirâ bizim değerlerimiz ilâhi temellere dayanır.
Ama Avrupa öyle mi ya? Daha Bizans İmparatorluğu zamânında asıl o zamanki Bizans Ermenilere, Süryânilere, Rumlara ne soykırımlar yapmışlardır. Daha sonraları bunlar Osmanlı idâresine girince; ‘Yaşadıkları huzur içinde hayattan dolayı Türkler bize Allâh’ın gönderdiği bir lütuf’ diye duâlar etmişlerdir. Almanya’ya bakın Hitler zamânı kendi bölgesinde yaptığı katliamlar tam bir soykırım hâlâ da devam eden Neo-Nazi cinâyetlerine bakın utanılacak durumları devam ediyor. İngiltere’ye bakınız hemen her ülkenin karışmasında parmağı var. Neleri kimleri sömürmedi? İşte yakın târihte zâten sâbıkalı bir geçmişe sâhip Amerika’yla birlikte Irakta katlettiklerinin haddi hesâbı var mı? Hâli hazırda kendi içinde İrlanda’ya yaptıkları konuşulmaya devam ediyor. Rusya dünyânın gözü önünde Gürcistan’a saldırdı. Dağılan Yugoslavya’da Sırplar onca yıl kardeşçe yaşadıkları Boşnakları nasıl Avrupa’nın gözü önünde katlettiler, ne pislikler yaptılar. Saymakla bitmiyor. En son Fransa’nın sömürgelik hegemonyasından söz etmesek olmaz. Sömürgecilik eskidendi, demeyiniz. Bugün sömürgecilik bitmedi yalnızca yöntem değiştirdi. Genelde sömürgeciliğin hâkim olduğu Afrika’daki 54 ülkeden 21’inde resmi dil Fransızca ve bu ülkelerin çoğunda hâlen Fransız askeri mevcut. Bu ne demek? Herhalde Afrikalılar Fransızları çok sevdiklerinden ve ülkelerine buyur ettiklerinde değil sanırız. Fransa Afrika’daki sömürge hegemonyasını nice soykırımlar üzerinden devşirdi. Son zamanlarda tamâmen insâni ve ticâri amaçlı giden Türkleri de Çin gibi başka ülkeleri de istemiyor. Neden peki? Fransa o bölgelerde yaptığı yanlış işlerin ayyuka çıkmasını istemiyor da ondan. Fransa’da yüzleşmeli kendi yaptığı soykırımlardan, Cezâyir’de yaptıklarından, Ruanda’da katlettiklerinden hesaplar sorulmalı Fransa’ya. Asıl soykırımı bakalım kim yapmış? Tıpkı diğer Avrupa ülkeleri gibi Fransa’nın da verecek çok hesâbı vardır.
Ülkeler târihleriyle yüzleşmelidir. Yanlışlar mümkünse düzeltilmeli, hatalar giderilmeli, suçlular ise cezâlandırılmalıdır. Bu gerçeği yalnızca Türkiye değil tüm dünya ülkeleri yapmalıdır. Başka ülkeler suçlanmadan önce herkes önce dönüp kendi târihlerine bakmalıdır. Türkiye’nin çok şükür övünülecek, şerefli ve tertemiz bir mâzisi vardır.
Bütün bunların sonunda Türkiye ilkeli ve kararlı tavrını sürdürmeli. Ekonomik, siyâsi, politik, sosyal yaptırımlar konularında, uyarılarındaki netliğini korumalıdır. Türkiye’nin peşini bir türlü bırakmayan bu soruna çözüm bulma adına Türkiye, Türkiye’den, Ermenistan’dan ve dünyâdan tarafsız uzmanlarından oluşan heyetlerle araştırma komisyonları kurarak gerçekleri dünyânın gözüne sokmalıdır. Türkiye, Fransa ve Ermenilerin kurduğu oyunda değil kendi kulvarında cesurca onlarla oynamalıdır. Bunu bugün sağlayacak kadrolar var hamdolsun vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.