Eleştiri merakı
Görünürlüğün, adam olmanın bir belirtisi de konuşmak, açığa çıkmak, gürültü patırtı yapıp gündemde kalmak…
Bir anlam kıtlığı ve ruh başıboşluğuyla; var yere yok yere gülmemiz/ağlamamız, yaşamamız, fikir serdetmemiz, ortalığa inci mercan dökmemiz gibi.. eleştiri merakımız da var.
Hayatımızda asıl temas noktalarını ve durakları kaçırtan, gündelik yorumlar, fuzuli içeriksiz niteliksiz konuşmalar; kâh tenkit kılığında, kâh çeşitli sûretlere bürünerek alışkanlık ve bir algılama biçimine dönüşüp, bir idrak noksanlığı şeklinde tezahür ediyor. Zamanın tozu dumanına, bulanık seslerine karışıyor.
İrdelemek; “ezber bozmak”, “tabu yıkmak” gibi cazip gösterilen söylemler adı altında, herhalükârda matah bir işmiş gibi yıkıcı didikleyici boş bir lâfazanlık sürümü...
Üstelik bu “vıdı vıdıcı” söylemler, kopardığı onca gürültüye, söz sarfiyatına rağmen; ferdi kuşatamadan, sadra şifa olmadan büyük bir hızla çöpe gidip, yalnızca söyletiyor çene dövdürüyor.
Olumsuzluk, boşluk üretip, mevcut karmaşaya biraz daha katkıda bulunuyor ya da.
Sonunda büyük-küçük aynı düzeye geliyor. Bilgelik-ariflik kayboluyor; yaşın tecrübenin bir ağırlığı; “manevî hayat kalitesi” yok. Aynı potada eriyen birleşen laklakmatik, eğlencelik tipler, ucuz yaşam taliplileri…
Galiba artık sohbet edemediğimiz, doğru düzgün ilişki kuramadığımız için de sürekli eleştiriyoruz.
Sanki haysiyetli yaşamanın yegâne kuralı; rastgele saldırganlık havasıyla sağa sola sataşmaktır ve riayet cümleye şarttır.
Meselâ siz, hayatınızda herkes gibi meseleleri olsa da; hadise dökümlerini, vukuatları sükûnetle, sade bir üslûpla, mûtedil hele ki dinî bir tavırla karşılıyorsanız, pek de muteber bir kişi değilsiniz.
En azından sıradan, memleketim(!) insanı, “küçük adam” muamelesi görürsünüz. Hayat tarzınıza cafcaflı dalgalandıran bir bağırış, teatral “çağdaş” bir eda muhakkak karışmalıdır.
Bağrından çıktığınız insanlara karşı; yaşamınız, sözleriniz, mevcudiyetinizden yayılan bütün “havayla” “sipsivri bir eleştiri” gibi karşı durmanız, meydan okumanız gerekmektedir.
İnsanları, çevreyi, tabiatı, hatta Allah’ı kıyasıya eleştireceksiniz. Yetmedi görünür alanlara, çıplak sahalara, becerebilirseniz televizyonlara çıkacak, bas bas bağıracaksınız.
Yüksek yüksek tepelerinizden, firavun tozu yutmuş kulelerinizden, Avrupa’nın giydirdiği entariylen er(kek)si marşlar okuyacaksınız.
Tarafınızdan tasdik edilmiş belgeli(!) haklılığınızı, yüzde yüz doğru bakış açınızı, eleştirel dört gözünüzü ortaya koyacaksınız. Herkes alâyişli “benliğinizi” görecek.
Cümlelerinizin fiyakasından geçilmeyecek. Bilim adamı, sanatçıysanız mutlaka çarpıcı sarsıcı iddialarınız bulunacak.
Çok yazık ki hayat mücadelesi, eksi(k)leriniz, iç-dış gelişiminizden ziyade, bugüne kadar ki müktesebatınızı yeterli görüp, savaşı başkalarıyla dışarıda yapmak şekline dönüşmüştür artık.
…
Diğer taraftan asıl “içimiz” eleştirir konuşur, mütemadiyen dedikodu yapar. Ve bazen harice ayyuka çıkan ses, aslında bir “çığlık” olup, sükûneti huzuru nafile arar.
Meselenin bir başka ciheti ise; sadece taraflı yanlı boşboğaz eleştirileri değil; bilâkis haklı dostane tenkitleri de nefsimize yediremememiz, bir istifade payı çıkararak, kazanç hanesine yazdırmamamız yahut hoşgörüsüzlüğümüzdür. Bilhassa, bir özeleştiri(muhasebe) imkânı olarak değerlendiremeyişimiz…
Aynı noktaya gelmekteyiz. Ortada hesap verilecek bir konuda, kendi cürümümüzü, hata payımızı görmüyoruz; bu yüzden de sivri dilimizi harice yansıtıyoruz. Ya da benzer şekilde eleştiri geldiğinde de, şahsımızı hep üstte tutup, yüksek doz tepki veriyoruz.
Tenkidi yapıcı-yıkıcı gibi, kaba bir tasnifle ikiye ayırıp; bazen lüzumlu bir olgu diye baktığımızda ise, bir uyanıklık ve farkındalık olarak kıymeti, vaziyeti berrak kapsayıcı bir bakışla değerlendirebilmenin önemi hassasiyeti ortaya çıkıyor.
Bazen de müspet eleştirilere, yaptığınız işlerin görünmesine, karşılıklı bir iletişime ihtiyaç duyduğunuz zamandır. Ama âkil adamlardan, mevzuuyla alâkalı kimselerden tıklasanız da ses/gık çıkmaz. Bu da konunun farklı hazin bir yönüdür.
Genel olarak, iç ve dış hayatımızla uyumlu bir “denge kurmak” her zaman zordur.
Sürekli eleştiri ise esasen pasif bir eylemdir, konuşma bazında kalır.
Bu nimet bolluğunda, hayattan ve kendimizden memnuniyetsizliğimizin, hiçbir şeyi makbul görmememiz, varlığın hora geçmemesinin bir belirtisi de sayılabilir.
Neticede numaracı kocaman bir “Lâf” olarak, ortalıkta salınır dururuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.