DERSİMİZ İSLAMCILIK 2
İslamcılık dersimizin ikinci bölümüne Müslümanların belki de en çok bocaladıkları bir konu ile devam ediyoruz.
Müslümanlar demokrat olabilirler mi olamazlar mı ve her Müslüman şeriatçı olmak zorunda mıdır?
Aylar yıllar süren bir kafa karışıklığı ve tartışmadan sonra hala karar verilemedi ne olduğumuza.
Şeriatçı mıyız, demokrat mıyız yoksa sadece Müslüman mıyız?
Birileri bizim adımıza karar vermeden önce bizim acilen buna bir karar vermemiz lazımdır.
Yoksa halen devam eden Müslümanların İslamcı olup olamayacakları gibi bir tartışma daha başlayacaktır.
Bir tarafta Müslümanlar demokrat olmak zorundadır yoksa kendilerini insanlara gerektiği gibi anlatamazlar diyen bir güruh var.
Diğer tarafta Müslümanlar İslamcı olmak zorundadır aksi halde İslam’a eklenen veya ilave edilen her kavram İslam’dan bir şeyler alır götürü diyen bir kesim var.
Ta en baştan beridir kendilerine Allah’ın(cc) Kuran ifadesiyle sadece Müslüman ismini verdiği düşüncesiyle kendilerini her tür kavgadan uzak tutmaya çalışan ve tabir caiz ise sessiz çoğunluk denilen bir topluluk var.
Her birinin diğerine karşı ileri sürdüğü İslam ile demokrasinin ikisinin bir arada olurluğu veya olmazlığı veya dinin demokrasiyi demokrasinin de dini yani şeriatı kabul edip etmezliği ile ileri sürdürdükleri bir kavram kargaşası var.
Karşıt görüşte olanların birbirlerini şeri ölçüler ve demokratik sınırlar içinde kalıp kalmakla ilgili tartışmaları ise tam anlamı ile evlere şenlik bir curcuna.
Aslında bir de bütün bu gruplara “demokratik mekanizma, İslâm ve siyaset teorisinin ilkeleri doğrultusunda daha iyisini buluncaya kadar kullanılabilir.” diyen ve kendisini muhafazakâr ağır abilerin müftüsü gibi gören ağır hocalar var.
Yani İslam fıkhının cevaz verdiği çok hukuklu devlet sisteminin hayata hâkim kılınılabileceğini bile telaffuz etmekten dahi çekinen ancak kendine ve başkalarına karşı her zaman farklı hukuku çözümleri uygulamaktan çekinmeyen çift kimlikli kişiler var.
19. yüzyılda başladığı söylenen İslamcılık akımının başarıya ulaşmasının mümkün olmayacağını iddia edenleri haklı çıkarırcasına geldiğimiz noktada bir tespit yapmak gerekirse geldiğimiz nokta Müslümanların gündüz resmi nikâh, akşam ise imam nikâhı diye telaffuz edilen dini nikâh akdini kanuni aidiyet sıkıntısı içinde gerçekleştiren toplumun meydana getirildiğidir.
Türkiye’de tam olarak ne olduğu taraftarlarınca bile tarif edilemeyen alaturka türk usulü demokrasinin İslam’a en yakın idare olduğu iddiası, en büyük pazarlayıcısı durumda olan tek parti ve ihtilal dönemi yönetimlerinin çıkardığı anayasa ve kanunlar sadece toplumu idare edenlerin işine yaramıştır.
Başlangıcı bir takım taraftarlarınca 1860 lara kadar uzatılan Osmanlıcılığın Sultan II. Abdülhamit tarafından desteklenmesi sebebiyle aslında ihtiyacımız olan İslamcılık olduğunu iddia edenlerin hezeyanları da bu arada son dönem iktidar sahiplerinin hayli işine yaradığını söylemek doğru olacaktır.
Kimin işine yararsa yarasın neticede Müslümanların işine yaramadığı ispat edilmiş olan dışarıdan ithal İslamcılık fikri için her ne kadar demokrat muhafazakâr Müslümanlarca övgüler diziyor olsalar da ara çözüm olarak teklif ettikleri ve yine tam ne olduğu bir türlü açıklanamayan ileri demokrasi hedeflerine de ulaşmaları mümkün olmayacaktır.
Çünkü adı ve siyasi fikri ne olursa olsun idarede görev alan Müslümanların namaz kılan insanlar olması idareyi şer'i bir idare yapmayacağı idare de görev alan yöneticileri ululemr yapmayacağı konusunda bir fikir birliğine varmadıkça ihtilaflara çözüm başlangıcı bulunamayacaktır.
Özelde İslamcıların genelde ise tüm Müslümanların hali pür melallerini ifade eden en temel gösterge Müslümanları İslam hukuku ile idare eden bir ululemrin olmayışıdır.
Böyle bir mefhum olmayınca kendine İslamcı diyen veya en azından İslami hassasiyetlerinin var olduğunu ifade eden kimseler kendi başlarını ululemr olarak vasıflandırabilmektedir.
Öyle ki demokratik yönetim ve farklı görüşteki insanların hürriyetlerini koruma adına laiklik adı altında İslam’a göre gayri meşru hürriyetler ve fikirlere hayatiyet tanıyan yöneticilerin Müslümanların dini hassasiyetlerini erozyona uğratan kanunları yürürlüğe koymaları bile bu düşünceyi değiştirememektedir.
Bazı İslamcılar tarafından ifade edilen “halkı Müslüman olan ülkeler” deyimi de bu garabetin farklı bir ifadesi olarak anlaşılabilir.
Biraz daha genel bir ifade ile söylemek gerekirse İslamcı olarak bilinen veya ifade edilen topluluklardan birinin diğerini "ülkede demokrasi var, sadece Müslümanlar değil başka dinden olanlar da var” veya "Müslümanlar arasında fitne çıkarmak haramdır ve işbaşındaki ululemrin kararlarına itaatin vacip olduğunu unutma" diyerek suçladıkları sürece bir sonuca varmaları mümkün olmayacaktır.
Hayli su götürdüğü bilinen İslamcılık düşüncesine devam edeceğiz.
FARKINDA MISINIZ?
"Müslümanlara fakirliği Hz. Peygamber’in(sav) hayatı olarak anlatan adamlara gidin bakın,
Onların hayatında fakirlik falan yok.”
Muhammed Emin Yıldırım Hoca
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.