Çok bilinmeyenli bir denklem (terör)
Dünyada terör tırmanıyor, toplumu sarsıyor. Ocaklar söndürüyor, han ü manlar yıkıyor. Son günlerde Türkiye’de daha çok can alıyor, yakıyor, yıkıyor, öldürüyor, katlediyor. Vaktiyle depoladıkları tonlarca patlayıcıları bir düğmeye basarak ateşliyor, patlatıyor, zırhlı araçları havaya uçuruyor. Ve insan ölüyor, şehid oluyor. Analar-babalar ağlıyor, gözyaşı sel oluyor. Çocuklar yetim, eşler dul kalıyor ve ocaklar sönüyor. İşbu minval üzere her gün Anadolu’nun her köyüne, her şehrine terör kurbanı gencecik fidanlar gömülüyor. Ama terör ve terörist acıma bilmiyor. Öldürmekten esatiri bir zevk alıyor, devletle boğuşuyor.
Bütün bu olaylar birbirini kovalıyor, aynı zincirin halkaları… İnsanlığın yeryüzünde var olduğu günden beri devam ediyor. Kıskançlık, bencillik, çekememezlik, militarizm, siyasi ihtiras, tekebbür, menfaat hırsı, aldanmışlık gibi gayr-i ahlaki ve gayr-i insani değerlerden beslenen terör, insanlığı kemiriyor, değerleri tersyüz ediyor. İnsani ve ahlaki değerleri terk ediyor, insandaki fıtri merhamet damarlarını kurutuyor, insanı canavarlaştırıyor. Çatışmalar, kavgalar, nizalar giderek yaygınlaşma istidadı gösterecek, daha çok kan dökecek gibi. Aslında dünyada terörün muvaffak olduğu görülmemiştir. Hiçbir devlet, hiçbir siyasi otorite, kendi varlığına düşman olan bir gelişmeye asla müsaade ve müsamaha etmez. Kendi kucağında terörün palazlanmasına asla göz yummaz, yumamaz. Böyle bir anlayış, devlet geleneğine aykırıdır. Devlet, üç buçuk maceraperestin baziçesi (oyuncağı) olamaz. Türkiye’de bu gelişmelere asla müsaade etmeyecektir. Teröristlerin yaptıkları da yanlarına kalmayacaktır.
Terör artık genelde dünya için, özelde Türkiye için çok bilinmeyenli bir denklem haline geldi. Günlerdir köşe yazarları, fikir adamları, aydınlar, yani her sınıf ve zümreden düşünen insanlar terörü konuşuyor. Herkes kendi sahasında bir çözüm öneriyor. Ama kimse konunun can damarına basmıyor. Ya bilerek yan çiziyor, ya da kendisi için hayati tehlike sinyalleri aldığı için konunun üzerine gitmiyor. Siyasi partiler, devlet düşmanlığından, cumhurbaşkanına duyulan nefretin ötesinde bir şey önermiyor. Cumhurbaşkanı, onlara göre işgal ettiği makamı terk ederse her şey hallolacak, terör duracak, silahlar susacak, huzur gelecek… Bu kadar sığ bir hesabın içinde olanlar, memleketin bu kara gününde bile particilik yaparak atışa devam ediyorlar. Büyük çoğunluk olup-biteni hayranlıkla değil, şaşkınlıkla izliyor. Olaylara vaz’-i yed etmek durumunda olanların ruh sefaleti, basit hesapları adeta sırıtıyor. “Koyun can derdinde, kasap et derdinde!”
Kürtçüler, çözüm süreci zamanında şaşırtıcı ölçüde ateşli silah ve patlayıcı, roket atar, uzun namlulu silah… gibi bir-iki orduyu donatacak harp araç ve gereçleri hazırlamış, bunları konuşlandırmış, mevzilerini hazırlamış; günü, vakti-saati gelince bir düğmeye basarak infilak ettiriyor. Dolayısıyla bizim milli istihbaratımızın bu hazırlıktan, bu hainlikten haberi olmuyor. Yenilir-yutulur cinsten bir gaflet değil, bir pejmürdelik, bir ülkenin geleceğini tehlikeye atacak bir tuzağa, bir hıyanete göz yummak demektir bu. Hiçbir mazeret onu meşrulaştıramaz. Affedilecek, göz ardı edilecek bir durum değildir.
Bir dinin mensubu, bir mefkûrenin ve bir da’vanın sahibi olan biz Türkler ve Kürtler, neden birbirimize düştük? Asırlardır yönetici kadro olarak bizim hatalarımız vardır. Ama bunu halletmenin yolları neden terörden, dağ ve şehir eşkıyalığından geçsin ki!. Medeni usullerle hall ü fasledilecek problemleri, neden kan dökerek, on-on iki yaşındaki mektep çağındaki çocukları dağa kaldırarak terörize etmekten geçsin ki!. Neden kalem tutacak ellere, silah verilsin ki… Şarkı söyleyecek diller, neden düşmanlık marşı bestelesin ki.. Memleketin ve halkın geleceği için güzel ve yapıcı şeyler düşünecek beyinler, neden düşmanlıkla bin yıldan beri beraber yaşadığı, kız alıp-verdiği, etle-tırnak gibi iç içe geçtiği diğer topluma karşı böyle hınç beslesin ki!.
Kürt kardeşlerimiz neden küçük bir arazi parçasının itibarsız ve mutsuz bir üyesi olmayı yeğliyor, bunun yerine müreffeh ve mesut, kalkınmış bir büyük, mübarek bir vatanın mensubu olmayı yeğlemiyor!.
Şu unutulmasın ki değil Dağlıca ve Iğdır, bütün Anadolu kıtasını kana boyasanız da, bütün bu coğrafyayı al bayrağa sarılı şehit tabutlarıyla donatsanız da size gömülecek kadar bir toprak verilmeyecektir. “Özyönetim” safsatalarıyla vatanın bütünlüğü oldu-bittiye getirilemez, tehlikeye atılamaz. Bağımsızlık ağır bedel ister. Bir vatan silah zoruyla inşa edilemez. Hele ağır silahlarını kendisi üretecek bir güce ulaşmış Türkiye’ye bu tehdit asla sökmez, sökemez.. Tekrar edelim, dünyada terörün başardığı, teröristlerin sonuç aldığı bir olay yoktur. Bu Türkiye için de böyledir.
Bugün, dünyada mazlum milletlere ümit ışığı olmuş bir Türkiye var… Kendisine müstevliler tarafından biçilen gömleği parçalamak isteyen ve kabına sığmayan bir ülke var… Lozan’da, cihat meydanlarında canıyla, kanıyla kazandığı zaferi taçlandıramayan mağlublardan daha çok maddi ve manevi kayıplara uğrayan ve kaybettiği değerleri, gasb edilen haklarını sorgulayan ve bölgesinde güven kaynağı olma yolunda bir Türkiye var. Şer odakları, bizi bir kere daha tökezletmek istiyorlar… Türkiye’nin iç ve dış düşmanları buna çanak tutuyor. Kürt vatandaşlarımız, bunun için kışkırtılıyor. Terör bu maksat için besleniyor. Gafiller de oyuna geliyor. Devlete karşı bölgesel yönetim kuruyorlar. Hâlbuki otorite tecezzi kabul etmez. Bu en basit bir devletlerarası hukukun gereğidir… Bu meşru otoriteye bir başkaldırmadır, bir isyandır. Buna karşı kanuni müeyyide ne ise uygulanır. Fakat devletin varlığına kastedenlere ve buna cüret edenlere asla müsamaha edilmez. Vatan bölünmez, birlik ve dirlik bozulmaz, bozmak isteyenlere fırsat verilmez.
Ama bize düşen bir görev vardır: Düşman üretmemek, provokasyonlara alet olmamak, fitne ve fesada anında müdahale etmek, teröre bulaşmamış masum kardeşlerimizin hukukunu korumak, onları tedirgin etmemek.
Herkes soruyor, bu kaos ortamında, Türkiye nereye gidiyor? Diye!. Soranların niyeti önemlidir. Elbette Türkiye bir semt-i meçhule sürüklenmiyor. Böyle olmasını çok isteyenler olmakla beraber, onların istekleri, arzuları kursaklarında kalacaktır. Çünkü Türkiye artık bir üçüncü dünya ülkesi değildir. Bulunduğu sancılı coğrafyada tarihi rolünü üstlenmenin eşiğindedir. Onu bu eşikte tökezletip bir daha düşürmek isteyen süper güçler ve yerli işbirlikçiler Allah’ın izniyle hüsrana uğrayacaklardır.
-----------
Emekli Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.