Mustafa Ateş

Mustafa Ateş

Kurban

Kurban

“Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün,
Dem be dem, saat be saat men senin kurbanınam!..”
(Fuzûlî)

İnsanlık, takriben yedi bin yıldan beri kurban keser. İlkel dinlerin değişik tarzda ifa ettikleri bir kurban ritüeli vardır. Tarihte kurbansız din yoktur ama hiçbirinde de İslam’ın kurbanındaki mana ve kutsiyet yoktur. Bilindiği gibi dinler ve dinlerin koyduğu ayin ve ibadetler, inananlar için manevi bir dayanaktır. Bunlar asırların oluşturduğu geleneksel disiplinlerdir. Bunalımların, streslerin kişiyi uçuruma sürükleyeceği bir anda iman faktörü devreye girer. Vicdanın bir köşesinde pineklediği zannedilen o ruhî ve manevî unsur, sizi bir siper-i sâika gibi tehlikelerden korur. İmanın, ibadetlerin ve diğer dini ritüellerin böyle elle tutulur, gözle görülür bir tesiri vardır. Bunu yaşayanlar bilir. Zamanımızda bu tesir ve teessür daha çok fark edilir olmuştur. Dinden ve dini geleneklerden soyutlanmak istenen vicdanî tahassüsler, yeniden yatağını bulmaya başlamıştır.
Bayramlar, ramazanlar ve kurbanlar yani kutlu gün ve geceler bizi değişik dünyalara götürür. Bencil insan bu sayede bencilliğinden biraz olsun sıyrılır ve başka bir insan olur. Karşımızdaki ile hemhâl olma, yekvücut olma, ahlak potasında bütünleşme, bilişme/buluşma bahtiyarlığı elde edilir. Sanki ruhumuz miracını yapar. Benliği besleyen, kibri büyüten, nefsi azdıran fanilik ihtirası terbiye edilir, frenlenir. Adeta bu kaba ve haşîn duygular, imbikten geçirilerek Rabbin istediği kıvama getirilir. Kalbin ihata edebileceği, vicdanın kuşatabileceği, imanın yeşertebileceği bir ahlak idealizmi yaşanır bayramlarda ve kurbanlarda. Günahın, isyanın, Rabb’e karşı gelmenin ihtirasla tadına varan insan; bu kutsal günlerde tövbenin, nedametin de zevkine varır, arınır, temizlenir. Rahmet deryasında sanki yeniden inşa edilir. İçimizde yer altı nehri gibi akan dindarlık ruhu yeniden canlanır, şuurumuzu rahmanî bir zindelik kaplar. Bu hisler, kurbanın ve bayramın getirdiği güzelliklerdir ki diğer zamanlarda pek kapımızı çalmaz veya şuurumuz bunlara kapalı kalır.
Kurban, Yoklukta Varoluşun Sembolü Bir Adanmışlıktır
Kurban, mümin gönüller için Allah yolunda faniliğin bir imtihanı, yoklukta varoluşun sembolü bir adanmışlıktır. Kurbanlar, topluma hayat veren manevi unsurların başında gelir. Kurban bir bedeldir, bir imtihandır, bir teslimiyettir, bir şükran borcudur, bir temizlenme ve arınmadır. Neticede bir kulluk şiarıdır.
Evet, kurban bir ibadettir, ibadet şuuruyla bir musmul (eti yenen, kurbanlık hayvan) hayvanı boğazlamaktır. Nisaba malik olan mükellefler üzerine vaciptir. Dinler, insanların bütün hayat alanlarını ele alır. Özellikle İslam dini, müntesiplerini dünyevî-uhrevî bütün hayat tarzlarını düzenler, çeker çevirir, kurallar kor, sınırlar çizer, ibadet ve ritüellerini dizayn eder. Hayatın her alanına ait buyruklar ve yasaklar kor. Şeair-i dini ikame eder. Bunlar inananları bağlar. Dinin taleplerinden, inanan hiçbir fert yüksünmez. Ancak her kurban bayramı öncesi bazı nâdanlar tarafından kurban ibadetini müslüman halkın gözünde değersiz kılmak için ileri geri konuşulur, yazılır ve çizilir. Bunlar, kurban ibadetinin taşıdığı kudsiyeti ifsâd etmek için basında, medyada arz-ı endam ederler. Çok şükür ki halkımız bunlara pek itibar etmez. Mükellef Müslümanlar, büyük bir titizlikle bu vecibeyi yerine getirmeye gayret ederler. Onu Hz. İbrahim’den kalan bir sünnet, bir hatıra bilirler. Onun, millet-i İbrahim’in bir şiarı olduğunu kabul ederler. İslam kültüründe bayramın kurbanı olduğu gibi kurbanın da bayramı vardır.
Ramazanlarla, kurbanlarla, bayramlarla İslam coğrafyasındaki Müslüman evlere sağanak sağanak bir ışık, bir nur huzmesi iner sanki. Ramazan gibi kurban da mevsim mevsim dairevî bir ritimle bizi ziyaret eder. Hüzünleri hafifletmek, kederleri azaltmak, muştuyu çoğaltmak, sürüru artırmak için kurbanlar, bayramlar bize yeni imkânlar getirir. Kesilen kurbanlarla beraber ruhî hassasiyetlerimiz, kalbî rikkatlerimiz artar. Akan kurban kanı kendi ihtiraslarımızı boğazladığımız intibaını verir bize… Kendimizi İbrahimlerin, İsmaillerin yerine koymuş gibi oluruz. Çünkü kurbanlar, bayramlar bizim medeniyetimizin, kültürümüzün ayrı bir boyutu ve ayrı bir derinliğidir. O iklime hediyesiz, kurbansız gidilmez. Kurbansız, hediyesiz gidenler yollara dizilip şehrayinlere alkış tutan âvâre çocuklar gibi varlıklarını zayi ederler.
Hikmetlerle dolu olan Kurban hadisesini söze getirmek, kalemle, kelamla anlatmak pek mümkün değildir. İlk kurban, Âdem’in iki evladı (Habil-Kabil) arasında bir büyük imtihan şeklinde tezahür eder. İnsanoğlu, tâ başlangıçtan beri kendini kusursuz, mükemmel; başkalarını kusurlu ve eksikli görür. Muvaffakiyeti kendi kabiliyetine bağlar, başarısızlık ise onu çekemeyenlerden gelir. Bu bir tuzaktır, şeytanın, nefsin hile ve desiselerinden beslenir. Kabil işte böyle bir tuzağa ilk düşenlerden ve imtihanı kaybedenlerdendir. Takdim ettiği kurban, sırf kendisinde olağanüstü bir varlık gördüğü için kabule şayan görülmedi ve Kabil bunun intikamını, kurbanı kabul gören masum ve hayırhah kardeşten, Habil'den almaya yeltendi, yeryüzünde ilk kanı akıttı, ilk kardeş katili oldu. Rivayetlere göre Hz. Âdem, bu acıklı olaydan sonra, yüzyıl gülmedi, gülemedi, teessürü tebessümünü bastırdı. Çünkü o, oğlu katledilen ilk baba idi, ilk katil babası oldu. Yeryüzü böyle bir hicran, böyle bir cinayet görmedi. Bu peygamber, kıskançlık yüzünden iki acıyı birden yüklendi, üstelik kıyamete kadar çocukları arasında işlenecek cinayetlerin her birinden bu katil oğula bir cinayet günahı yazılacaktı. Bu dayanılacak bir acı değildi. Ama zaman yeni inkişaflara, yeni tecellilere gebe idi. Âdem uzun yıllar bu ciğer dağlayan azabı yüreğinde taşıdı ve sonra sabırda teselli buldu. Oğulun yerine yeni oğullar geldi. Ama olan olmuştu, dünya olanca vüs'atına rağmen bu bir kaç kişiye dar gelmiş, kıskançlık ve haset, kardeşi kardeşe düşürmüş, kardeşlerden biri katil, biri maktül olmuştu. Hatta Kabil'in baş kaldırışı, isyanı yalnız iyi niyetli kardeşe ve çilekeş babaya karşı değil, her ne sebeble olursa olsun kurbanını kabule şayan bulmayan Rabbe karşı idi. Onun için cinayet çok büyüktü!.. Kabil, babasının dünyasından koptu, başka iklimlere başka dünyalara gitti, ama cinayet peşini bırakmadı.
Oğlunu Yaradan'a Kurban İçin Adamış Babaların Büyük İmtihanı
İnsanlığın başka bir kurban macerası da Ebu’l-Enbiya olan Hz. İbrahim’in başından geçti. Elbette büyük insanların imtihanı da büyük olur ama onun imtihanı daha ibret vericiydi. Kurbanlık için adanmış bir evlad İsmail, oğlunu yaradana kurban için adamış bir baba İbrahim!.. Büyük kurban fidyesi sunulana kadar çekilen ıstırab!... Rü'yada kurban edilen oğul… Böyle bir rü'ya görmemek için uyanık geçen geceler… Derken vaktiyle kurban için adanmış oğula vasiyetin baba tarafından anlatılması açıklanması, oğulun teslimiyeti... Babanın yürek yakan imtihanı ve yanı üzerine büyük bir teslimiyetle bıçağın altına yatan oğul ve bir sesleniş; ''Ey İbrahim!.. Rü'yanı doğruladın!.. Biz ihsan erbabını böyle mükâfatlandırırız. Bu cidden büyük bir imtihandı.'' (Saffât 105)
Başka bir kurban olayı da, insanlığın müstakbel kurtarıcısı, kâinatın efendisi, şanlı peygamberin babası Abdullah'ın başından geçti. Abdülmuttalib, gördüğü bir rü'ya üzerine tek oğlu Hâris'le beraber zemzem kuyusunu arıyordu. Bir karganın konup kalktığı yeri kazmaya başladı. Küçük Hâris, orta yaşlı fakat zinde babaya minik elleriyle yardım ediyordu. Etrafta meraklılar toplandı, bunlardan birisi; ''Ey Abdülmuttalib, ne arıyorsun, toprağı niçin kazıyorsun, sen şanslı bir adam olsaydın, Allah sana daha fazla erkek evlad verirdi, onlar da sana yardım ederlerdi ve aradığın defineye daha kolay ulaşırdın!..” dedi. Abdülmuttalib buna cevap vermedi ama içinden şöyle bir dilekte bulundu; ''Allahım, şayet bana on erkek çocuk verirsen onlardan en hayırlısını senin yolunda kurban edeceğim!..'' Nihayet zaman içinde Abdülmuttalib’in, diğer zevcelerden Haris'le beraber on oğlu oldu. Bunlardan biri ve en küçüğü Abdullah’tı ve çok sevgili idi. Kurbanın vakti gelmişti. Hepsi de sevgili ve babalarına itaatkâr olan bu evlatlar arasında Kurban için kur'a çekildi. Kurban okları hep Abdullah’a çıkmıştı, Abdullah’ın kurban edilmesine büyük kardeşler de razı olmadı. Âlicenaplık göstererek onun yerine kendilerinin kurban edilmesini istediler. Sonra kâhinlere başvuruldu, kâhinler on deve ile Abdullah arasında kur'a çekilmesini önerdiler. Bu öneri yerine getirildi ama kur'a yine Abdullah’a çıktı. Develerin sayısı onar-onar artırıldı, nihayet sayı yüze ulaşınca kur'a develere çıktı ve Abdullah bu kur'a neticesi kurban olmaktan kurtuldu. Hz. İbrahim ve İsmail’in belki kırkıncı kuşaktan torunu Hz. Muhammed Mustafa (ss) bu kurban meselelerini kastederek, ''Ben iki kurbanın oğluyum!..'' diyecekti. -Bugün de İslam şeriatında bir canın bedeli yüz devedir.-
Burada kısaca özetlediğimiz kurban olayının yakıcı macerası işte böyle başladı, böyle devam etti. Bugün insanlık Allah tarafından fidye-i necâtla bıçağın altından alınan hem cinslerini gözünü kırpmadan boğazlıyor. Terör örgütleri haksız yere can almaya ve kazalar neticesinde insan hayatı sönmeye devam ediyor. "Din şehîd ister, âsuman kurban..." diyen Tarih-i Kadim şairi Tevfik Fikret’i, sanki zaman ve şartlar onaylıyor. Bir hercümerç devam ediyor. Ölen niçin öldüğünün, öldüren niçin öldürdüğünün şuursuzluğu içinde. Kurbanlar verilmeye devam ediliyor!.. Yılda bir kurban kesmeyi şiar edinen bir topluluğun benliğine sindirilen düşmanlık, hergün birçok masum insanı katlederek, olmayan vicdanlardaki kin ve nefret ateşini söndürmeye çalışıyor.
Bu Kurban inşallah onların da sonu olur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Ateş Arşivi