Bize Davasız Derler
Büyük davalar artık düşmüş, gülünesi, acınası, boşa geçmiş, başın dumanlı olduğu zamanlara ait gençlik hayalleri olarak sırıtmaktadır. “Hamaset” denilerek karikatürize edilmiş, değersizleşmiştir. Zaten uğruna savaşılacak pek bir şey de kalmamıştır.
Önce ferdî bir baskı uygulayarak, üstü örtülür. Çoluk çocuğa, mizahî tarzda, eğlenilerek, ibret alınması ve asla o yollara sapılmaması gereken, “bedelli” devâsâ hatalar olarak sunulur. O dönemin hiçbir kıymetli hatırası, saklanılası izi, yadigârı olmamalı, hepten silinmelidir.
Tehlike içinde dahi olunsa, bazı hayatî kavramlar uğruna çalışmanın, ter dökmenin, istikbali ve hâli düşünmenin, gayretkeşliğin lüzumu yoktur.
Nasılsa bizim hülyalarımızı, tümden şahsımızı devredeceğimiz; eski-yeni yedi düvelle savaşan, dünyayı kurtaran liderlerimiz, kahramanlarımız mevcuttur.
Kişi kendisini diri tutan, kanatlandıran bir rüyayı, muhtemelen hayatının en anlamlı duygu ve düşünce yoğunluklarından birini, geçmişinin o bölümünü lekeli görerek, iptal etmekte, izleri silmektedir.
İtiraz edilen veyahut küçümsenilip tefe konulan; “vatan, millet, istiklâl” gibi kavramlarla iç içe geçmiş, bir mânâda ben ötesi, millî birlik ve sürekliliği de sağlayan yüksek ülkülerdir. Ve bir yiğitlik anlamını da barındırmaktadır.
Gün geçtikçe biraz daha eğilip bükülen, kırılıp dökülen, yumulan, bukalemunluğun getirdiği avanta(j)ları kesinkes bırakmayan, düzeysiz, şekilsiz, tortop bir er(keklik) hatta kek(lik) vaziyetiyle karşılaşıyoruz. Değersizleştirme, güdükleştirme, yönsüzleşme her cihetten görülüyor.
“Bir Zamanlar Kartaldı” denilecek, yaşını başını almış bazı kimselerin geldikleri, durdukları nokta, irtifa kaybı hazindir. Hâlbuki geçmişin solcuları bile, emperyalizm yardakçılığına, Amerikan güdümüne muhalif kimseler olarak bilindiler.
Bu acımasız zaman yolculuğu bazen; senelerin yorgunluğu ve tahribatından ziyade, büyük bir fikri ve ruhî kopuşa, çözülmeye delâlet eder. Keskin bir değişim dönüşümle kişi uçlara savrulur.
Ama kendi şahsî tarihini, dününün bir bölümünü saçmalaştırırken esasen bugünün mânâ ve ehemmiyetini de yok eder.
Yaş ilerledikçe bedenin güçsüzleşmesi tabiidir. Üzücü olan, mazisiyle aradaki bu paramparça kopuş, reddiye ve köksüzlük illetidir, ruhun çözülmesidir.
Mazisinden dolayı özür dileyerek, bin dereden su getirerek ama sonunda boşluğa, hafifliğe, tereddîye, gelir geçere, sabun köpüğüne eklemlenerek, rüzgârlarda savrularak belki de hayatının hatasını o dönemde değil, asıl şimdi yapmaktadır.
Esas yazıklanılacak olan; kayıp, dayanaksız ve erdemsiz vaziyet alış; özünü de eriten bu kişiliksiz duruştur.
Zaman zaman kabaran duyguların bastırılması ve yassıtılmasıysa, şahsiyeti oldukça ılımlı ve tepkisiz hâle getirmiştir.
Zaman, zemine, etkin politikaya göre kişi kendine ayar verip durmaktadır. Akıl terazisinden, süzgecinden geçirmeden piyasadaki ambalajlı fikirler aydınıyla da avamıyla da kabullenilmekte, hatta savunulmaktadır. Mevcut şartlardan böylesi bir etkilenme, ortak tavır kaydedilmesi şaşırtıcıdır. Ve yaygın bir kimliksiz(tir)leşme faaliyetini ortaya çıkarmaktadır.
Mesela, gerçekçilik perdesine büründürülmüş “Amerika’ya/egemene(küffara)/ küreselleşmeye karşı durulmaz” fikri ağır basmakta ve kabullenilmektedir. Oysa bunun altında açık bir teslimiyetçilik, hedefsizlik, ulvî emellerden uzaklaşma, zilletten zulmetten razılık, hatta tarihî bağlarından utanç görülmektedir.
Doğrusu artık aramızda bir ayrım, bize has bir aidiyet de gözükmemektedir, kimsenin de umuru değildir.
Oysa “Emanet” mefhumunun içine insaniyet kadar, vatan da girer. Herkes aynı kafada olsaydı, İstiklâl Harbini de yapamazdık; İslâm Tarihi’ndeki nice savaşı da.
Millî bağımsızlık fikri gittikçe önemini kaybederken, kişi de ancak bireysel özgürlüğünden sorumludur. İradesi, akıntıya, cereyana, propagandaya esirdir.
Mücadeleyi ise, elinin tersiyle ötelemektedir. Eyyamcıdır, olaydan, işten bir kazancı yoksa parmağını kıpırdatmaz, zihin meselesi yapmaz. Bir türlü ayılmaz.
Olumsuzluklara karşı direnen, zulme karşı bilenen, zor zamanların adamı artık yoktur.
Hâlbuki gücünüz yetmeyebilir ama kalbinizle hâlisâne itiraz edersiniz. Fakat o ruhtan mahrumdurlar. Yürekler de mahpus, zincirlidir.
Bugünün her renkten “eski filancaları”, belki tutsaklık getiren bir yeninin zehirlenmiş müntesipleri, kurbanlarıdır. Onursuz bir vazgeçişin yitik halkalarıdır. Sahte muktedirlerin kullarıdır.
Günümüzün nice ürkek, ponpon erkeği “papatyalaşmış”; kırlarda çiçek toplamakta, füze rampalarına karşı geviş getirmekte, mütemadiyen artan koyun sayısını iftiharla karşılamakta, cephede ise habire bir şeyler yarıştırmaktadır.
…
Değiştik, hem de nasıl? Bir yazarımızın haklı uyarılarına kulak verelim:
“Fuhuş, uyuşturucu, marka ve lüks tutkusu derken, bizim ‘modern muhafazakarların' geldiği nokta, dudaklarınızı uçuklatacak hale geldi.
Su geçiren oje, abdeste mani olmayan rujlarımız var artık.
Helal likör, helal bira, helal şampanyalarımız var.
Yakında helal etiketli rakı da çıkaracaklar.
Hani biz başkalarına benzemeyecektik?
Siyasilerimiz, bürokrasimiz, ahlak zafiyeti içinde.
Bebeğin cinsiyetini tahmin partisi diye bir parti duydunuz mu siz? Bizimkilerde var.
After umre party var.
Eskiden hac ve umreden dönenlerin evinde tebrik ziyaretleri olurdu, tebriğe gelenlere tesbih ve seccade hediye edilirdi, ama bu işin bir adabı olurdu.
Rock müzik eşliğinde zikir party'si bile var artık.
Yatlarda happy birthday party gibi rezaletler de var. Hepsi tesettürlü tabii!
Ramazan iftarını party'e dönüştürenler var, şatafat, müzik, kadınlı erkekli rengârenk giysiler içinde semazenlerle başlıyor.
Baby shower party çıkmış.
Bekârlığa veda partisi adı altında fuhuşa özendirenler bile var.
Tesettürlü ama, lüks, israf, ne istersen var.
Artık bu işler için ajanslar var, altın kaplamalı pasta sunumlarına kadar, Körfez ülkelerindeki rezillikleri aratmayacak her şey var.
Haram para cüzdanda durduğu gibi durmuyor. Bu işlerin içinde siyasilerin, bürokratların yakınları, karıları var. Bunlar biliniyor.
Yat partilerinde konken oynayan tesettürlü hanımlar var.
Başörtüsü başörtüsü olmaktan çıktı, aksesuara dönüştü.
Namazı spor, orucu diyet niyetine dönüştürmüşler.
Hac da turizm olmuş. Zaten adı şimdiden belli, hac ve umre turizmi.
Kurban da kebap bayramı olunca, bu iş tamam.
Sakal bırak, başörtüsü tak, sonra onlar ne yapıyorsa aynısını yap.
Seremoni, ritual, ikonalar, hepsi aynı.
Gay dergahlarına az kaldı.
Aşağılık kompleksi bizi mahvediyor.
Sadece makam sahiplerinin değil, her seviyenin ayağı kayıyor.
Yakında piercingli, tattolu imamlar görürsünüz.
Kimileri Lale Devri sosyetesinin yaptıklarını Osmanlı zannediyor, kimileri mevlitleri bile party'lere dönüştürüyor.
Artık ilahiyatlarda bile namaz kılanlar yüzde 50 nin altına düşmüş.
İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık.
Bunun sorumlusu kim?”
Kırk günlük bebeğe tek taş yüzük takan tesettür sosyetesi var.
Ascot yarışlarındaki düşeslere, baroneslere özeniyorlar, türbanın üstüne tüylü şapka takarak, Lale Devri saraylarında, şatafatlı sofralarla mevlit yapıyorlar.
Mutaassıp yaşam biçiminden, gösteriş tüketimine sürüklendiler.
Mahremiyet duygusunun yerini, abartılı görgüsüzlük aldı, para döküp saçarak varolmaya çalışıyorlar, bedevi kültürüyle yarışıyorlar.
Maneviyattan maddiyata öylesine hızlı geçtiler, dünyevi zevklere kendilerini öylesine kaptırdılar ki, kulaklarından altınlar, pırlantalar fışkırdığını herkese seyrettirmek istiyorlar.
Nasıl bir açlıksa artık, helal etiketli şampanyalar satılıyor.
Alkolsüz mojito var. Sodalı limonata derse, havalı durmuyor, illa mojito diyecek.
Alkolsüz bellini var. Alkolsüz aperol var.
Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie'lerin kaçınılmaz yansımasıdır bu…
Demirhindi şerbetiyle iktidara geldiler, mojitoya dönüştüler.
“İslami eğlence” adı altında “helal organizasyon” yapan şirketlerin sayısında patlama yaşanıyor.
Beş yıldızlı otellerde tahtırevanla düğün yapan var. Salona tavandan sarkıtılan gondola binerek giren var.
İlahi ekipleri var, helal müzik yapıyorlar, “düğün gecenizi helal çerçevesinde şenlendiriyoruz” diye reklam veriyorlar.
Sunucusuyla beraber semazen ekipleri var.
Helal suşili düğün yemekleri, Osmanlı köşklerindeki varaklı dekorlarda, Swarovski kristalleriyle süslü padişah koltuklarında, altın kaplamalı pastalarla bitiyor, cümle alem görsün diye, videolarını internette yayınlıyorlar.
Dini düğün palyaçosu var kardeşim!İslami animatör var.
Helal selülit kremiyle İslami esaslara uygun masaj salonu var.
Taylandlı masözlere türban taktırıyorsun, İslami esaslara uygun olmuş oluyor!
Bu çürüme sürecinde, tee Singapurlardaki casinolarda rulet masasında yakalanan bakan çocuğunu görmüştük…
En son, Akp genel merkezinde çalışan, lise mezunu ve henüz 27 yaşında olmasına rağmen, lüks otomobil koleksiyonu olan, kumar fişleriyle, revü kızlarıyla, elinde kadehle jakuzide poz veren, Çankaya'da lüks sitede oturan, rabia tweetleri atan arkadaşı kokain çekerken gördük.
17/25 Aralık lağımı patladığında, inanın, ne yakalandılar diye sevinmiştim, ne de öfkelenmiştim, hissettiğim sadece üzüntüydü.
Ait olduğum milletin başına gelenlere, koskoca Türkiye'nin düşürüldüğü hale, demokrasimize, gerçekten çok üzülmüştüm.
Rabiacı arkadaşı kokain çekerken gördüğümde de, inanın, aynı duyguları hissettim.
“Allah ile aldatma” ikliminin, Türkiye’mizi ne hale getirdiğini gördüğüm için, gerçekten çok üzgünüm.”
Görüldüğü üzere Abdurrahman Dilipak’ın eleştirileri pek da yabana atılacak gibi değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.