Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Yolda Aşk Zamanları

Yolda Aşk Zamanları

Körlense, evirilse, bambaşka yollara çevrilse, geri dönüp sizi çizse; herhalde hep konuştuğumuz, en güzel çağlarımıza hâkim olan, kapsayan, sizi var eden olgudur o.
Hidayete erdiren, giydiren kuşatan, fezaya çıkartıp, sembollerde gezdiren, kalbinizi sürekli hissettiren, vahşi büyüleyici bir cazibe, daüssıla vatana dönüş duygusudur o…
Yüzmek, içselleştirmek, dâhil olmak, harice çıkmak, özümsemek, birle(ş)mek, ruhî seyahat, er(i)mektir o. Ya da eğitim sefer(berliğ)i, edebi özümsemek, hiçlik zirvelerinde şekillenmek…
Hangi merhalelerden geçerse geçsin, aşk yüceldikçe ve bir şuur olarak billurlaştıkça; hayatınızın tanımları, öncelikleri ve seyri değişecektir.
Bir Aşk zamanı galebe çalıp, üste çıkacak ve sizi teshir edecektir.
Bazı özel istidatlarda daha çocukken; kıvranışlar, akışlar başlayacak, arayışlar sonuçlanıp, “O Kapı” sizi çalacaktır. Şems-i Tebrizî Hazretleri’nde olduğu gibi: Kendime dedim ki, ‘Beni bu şekilde yaratan Tanrı ile doğrudan doğruya konuşmadıkça ve sorduğum sorulara cevap almadıkça benim yemek veya uyku ile ne işim var? Bu âlemde körü körüne yemek yiyip içmek mi geldim? O’na neden geldiğimi ve nereye gideceğimi sormalıyım, ancak ondan sonra yemek yiyip uyuyabilirim. Ayrıca kurtuluşum ve sonum hakkında da bilgi almalıyım ki burada rahat ve dertsiz bir hayat sürebileyim. Çocukluğumdan beri amacım bu idi ve hep bu yana yöneldim. Hani bir annenin güzel ve tatlı çocuğu elini yaktığı zaman annesi hemen harekete geçer, türlü çareler arar ya, Tanrı da kokusuyla (sevgisiyle) bana öyle yardım etti (Prof. Dr. Erkan Türkmen, Şems-i Tebrizî’nin Öğretileri)
Zaman, Sevgilinin ismidir. Mekânsa hep O’ndan ibarettir. Hz. Mevlâna, içimizdeki Züleyha’ya, yüzyıllara meydan okuyan âş(ı)klara, Yusuf peşindekilere, ezel sevdalılarına seslenir:
“Züleyhâ öyle bir hâle gelmişti ki, çörek oyundan öd ağacına dek, her şeyin adı Yûsuf idi ona göre.
Yûsuf’un adını başka adlarda gizlemişti. Mahremlerine de bu sırrı söylemişti.
‘Mum ateşten yumuşadı’ dese, ‘sevgili bize alıştı, yüz verdi’ demiş olurdu.
Bakın, ay doğdu’ dese, ‘o söğüt ağacı yeşerdi’ dese…
‘Yapraklar ne güzel oynamada’ dese, ‘çörek otu ne hoş yanmada’ dese
‘Gül, bülbüle sır söyledi’ dese, ‘pâdişah, sevgilisine sır söyledi’ dese…
‘Bahtımız ne de kutlu’ dese, ‘kilimi,  halıyı çırpın’ dese…
‘Sucu su getirdi’ dese, ‘güneş doğdu’ dese…
‘Dün gece bir tencere yemek pişirdiler, yemek pek de güzel pişti’ dese…
‘Ekmekler tatsız, tuzsuz’ dese; ‘felek tersine dönüyor’dese…
‘Başım ağrıyor’ dese ‘başımın ağrısı geçti’ dese… hep ayrı anlamları vardı bu sözlerin.
Birini övse onu/Yûsuf’u överdi. Birinden şikâyet etse, onun ayrılığını söylemiş olurdu.
Yüzbinlerce şeyin adını ansa, maksadı da Yûsuf’tu onun, dileği de Yûsuf.
Aç olsa, onun adını andı mı, o adla doyardı, o kadehle sarhoş olurdu.
Susuzluğu bile onun adını andı mı geçerdi. Yûsuf’un adı gizli bir şerbet olmuştu ona.
Bir derdi olsa, o yüce adı andı mı, derdi hemencecik geçerdi.
Kışın o ad kürk olurdu ona… Aşkta sevgilinin adı bunu yapar, bunu!...” (Dilaver Gürer, Peygamber Öyküleri)
Kiminde ruh yaşadığı hayattan muazzeptir; ağır hastalıkların pençesinde, bir aydın krizinin içindedir. Fakat nice azaplardan, çilelerden geçse de, başınızı koyduğunuz eşik, çaldığınız kapı ne güzeldir. Ayşe Şasa’dan:
“İşte sıfırı tüketmiştim. Gidilecek bir yer kalmamış gibiydi. Bizatihi bu, ölümün manevi, sembolik bir türüydü.. Sonra yine mağaranın tabanına dönüş…”
ve  Yücelerin himmetleri, eserleriyle uyanış, kurtuluş:
“Fusûs…
Hz. Muhyiddin İbn Arabi’nin, yediyüzelli yıllık ‘Fusûs’u… ‘Fusûsü’l-hikem’…
Fusûs-yüzüğün taşını çevreleyen çerçeve… Hikmet yüzüğünün çerçevesi… Söz konusu hikmet, yüzyirmidörtbin peygamberin ve milyonlarca evliyanın uğrunda baş koydukları semâvî değer, değerler manzumesi…
Mağaranın tabanını ışığa boğan, öylesine inanılmaz, öylesine latif bir ışık denizine garkeden ilâhî güç, kaynağını ezelden alıyor, iki âlemin aydınlığını içeriyor.
Fusûs, mağaramın tabanına ilâhi sonsuzluk bilgisinin kutlu müjdesini indiriyor…”  (Ayşe Şasa, Delilik Ülkesinden Notlar)
Vakit saat geliyor, bir aşk zamanı deviniyor. Toprak aç, susuz.. yağmur bekliyor…

 “Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak:

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.” (Sezai Karakoç)

 “Kaside-i Hamriyye’de” , “Ömründe -bir an dahi olsa- bu şarapla bir kerecik sarhoş olsan, dehrin sana itâatli bir kul olduğunu ve hükmün sende olduğunu görürsün” diyen İbn Fârız; bizi aşk şarabı içmeye ve sarhoşluğa çağırır.

 “ Nefsine uyup ömrünü zayi edenler ağlasın” der. “Zira ona bu şaraptan ne bir nasip ne de hisse vardır!”

 “Biz, daha üzüm yaratılmazdan önce, sevgiliyi hatırlayarak şarap içtik ve o şarapla sarhoş olduk.”(….)

 “Daha var olmazdan önce, bende o şaraptan bir neşve vardı ve kemiklerim çürüse de bende (bu neşve) bâkî kalacak.”(Aşkın Halleri, Haz: Sadık Yalsızuçanlar, Mehmet Fatih Birgül)

Câmî’nin cevabı lâtiftir:

 “ Gâh şarap deriz Sana, gâh kadeh

Gâh darı deriz Sana, gâh tuzak

Dünya levhasında tek bir harf yok Senin ismini taşıyacak”

Şimdi hangi isimle çağıralım Sen’i?” (Annemarie Schimmel, İslâm’ın Mistik Boyutları)

Yolda, aşk ve sarhoşluk zamanları…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi