Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Usûletle sühûletle bir fidan dik

Usûletle sühûletle bir fidan dik

Son derece fevri, şiddete meyyal, ölçüsüz bir toplum olduk.

Hayat; hesabımıza kitabımıza, muhteşem planlarımıza(!) başkaldıran vakıalar yığını. Zaman ilerledikçe, bir noktada artık intibak, uyum problemlerimizin de azalması lâzım.

Üzerimizde herhangi bir görgü, kültür, terbiyenin hissedilmediği çirkin bağırışlar, “akıllı varlık” tespitini yok saydıran acayip davranışlar, velveleci farfaracı tiplere, öfkeli kalabalıklara şahit kalıyoruz.

Kızdığımız kişiye derhal had bildirme, en hafifinden paylama, kendine yüzde yüz haklılık hissesi çıkarmak.

Sorun anında düz, kestirme, ilkel çözümler(!), seviyesiz hareketler, dört dörtlük panikler.

Kavgaya, nizaya, hırlaşmaya; dışa atmaya fırsat düşmedi, içimizdeki türlü çekişmeye, ruha darp etmeye hazır nazırız.

Hayatın bizi sarsan, ama bir noktada olağan hadiselerinde de aynı duruma rastlamaktayız.

Söz gelişi bir ölüm hadisesi vuku buluyor. Yıkıyoruz ortalığı. Çok derin, elem verici kayıplar değil ama daha sıradanlarında da aynı uluorta, denge yoksunu hareketler, yeryüzünde ilk kez meydana gelmiş gibi kıyametler kopuyor.

Üzüntünün de bir edebi, derecesi, makul bir tepkisi yok mudur?

Sevinçli bir atmosferde de aynı abartı, mübalağa. Duygularımızla çok oynuyoruz.

Hâlbuki hiç değilse bazen, inançlarımız adına bir denetim, teenni, muhasebe gerekmiyor mu?

Düşünce ve hareketlerimiz böylesine gelişigüzel, çocuksu, yaşayışımız böylesine frensiz mi tezahür etmeli.

Şamatacı, gürültücü, boş boğaz, boş kalp, boş kafa olmak zorunda mıyız?

Geri dönüp bakmaz mıyız hiç? En görkemli(!), biberli acı; en gaddar(!) sevinç sadece BENİM(ki) mi”?

Genci de yaşlısı da, okunmuşu da cahili de; mağara kovuğundan yenice çıkmış gibi okkasız endazesiz lâf üretiyor.

“Haçlı, Heeyt bak Haçlı!”  dediklerimize, evvela parlak ilmimizle amelimizle; seçkin fikir-sanat-kültür adamlarımızın ağırlık ve zenginliğiyle konuşacağız. Deli sözlerle, saçma atışlarıyla, homurdanmalarla, in(leme)lerle, kıvrımsız top beyinlerle değil.

Gördüğümüz ne, gösterdiğimiz ne?

Dilsiz anlaşmaları, sükûti okumaları, sessiz aşkî gönül çarp(ış)malarını mı unuttuk.

Oysa çoğu defa, enerjimizin tükenmediği, yarınlara güvenle baktığımız; ferdî ve toplumsal huzur ortamlarında şahsiyetimizi ortaya koyabilir, yararlı işler yapabiliriz.

Meselenin bir başka boyutu var.

İngiliz İslâm mütefekkiri (Sidi Hasan) Gai Eaton; “Tanrı’yı Hatırlamak, İslâm Üzerine Düşünceler” ismiyle dilimize çevrilen kitabında; Müslümanlarla ilgili önemli bir saptamada bulunuyor.

“Yakın zamana kadar İslâm’ın sahip olduğu yüceliklerden birisi de, (…) Müslüman dünyasını gezen batılılar tarafından bu dinle özdeşleştirilip benimsenmiş olan dinginlik vasfıdır. Bu, öylesine muhteşem ve parıltılı bir dinginliktir ki karşı karşıya gelen pek çok yabancının imana gelmesini sağlamıştır. Bu dinginliğe, dünyanın yarın sona erebileceği veya bir felaketle  ‘tasfiyeye uğrayabileceği’ ne olan inancın mantıki bir sonucu olarak, (doğru dahi olsa) fiillerin sonuçlarına yönelik belli ölçüde umursamazlıkla birlikte, kendini eşyadan uzak tutmak şeklinde cereyan eden bir ruh hali eşlik etmektedir.”

Yazar ayrıca, bir şuuru, mühim bir yaşama düsturunu dile getirir:

“Sıkça zikredilen bir hadisinde Hz. Peygamber, kişi tam bir hurma fidanı dikmek üzereyken kıyamet kopmaya başlasa dahi fidanı dikmeye devam etmelidir, diye buyuruyor. Hurma fidanı besin kaynağıdır ve büyümesi zaman aldığından bu örnek,  sonrasında ne olup biteceği önemli olmaksızın iyi amelde bulunmanın gereğine işaret etmektedir. Zira fiillerimizin yönetimi bizdedir ama fiillerimizin sonuçları üzerinde hiçbir kontrol gücümüz yoktur; dolayısıyla onlar için endişelenmemize de gerek yoktur. İyi bir fiil güzeldir ve güzelliğin değeri bizzat kendisi(nde)dir ki onun yansımaları, bu duyular tiyatrosunu aşıp görüş ufkumuzun dışında kalan boyutlara yayılmaktadır.” (Gai Eaton, Tanrı’yı Hatırlamak, tercüme: Salime Leyla Gürkan, İnsan Yayınları,  2015, sf. 151)

Gerçekten aklıselim ve vakar sahibi oluşlarıyla, ağırbaşlılıklarıyla, varlıkları ve maneviyatlarıyla; dünyanın başımıza geçtiğini zannettiğimiz dakikalarda bile, azgın nefisleri susturan, güç ile teselli veren, olgun şahsiyetleriyle hayranlık duyuran kişiler vardı.

 Nazarlarıyla dinlendiğimiz, kutlu elleriyle kuvvetlendiğimiz, barışsever... Ne yazık ki şimdi mahrumuz.

Kıyametin kopacağı bilinse dahi vaveyla etmemek, sakinlikle güzel işlere devam etmek.

Tohumlar atmak, fidanlar dikmek. Hal diliyle, gönül lisanıyla anlaşmak.

Sekînet, huzur. İçteki müziğin sesi… Güzellik didinmeleri.

Günümüz insanına ne kadar uzak değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi