Tanga ve tesettürlü mayo
Hava öyle rüzgarsız ve hareketsizdi ki, sigara dumanını ne tarafa üflesem tam o tarafa doğru ilerleyip yol alıyordu. Hiç yön değiştirmeden. Hani ‘yaprak kıpırdamıyor’ derler ya havadaki durgunluğu tarif etmek için. Maddenin katı değil, gaz hali bile kıpırdamıyordu şimdi yani; duman. Serinlemek için de soğuk bir şeyler içmek yerine çayı tercih etmiştim. Üşüyeni buzla ovarlar derdi babaannem. Sıcak havada sigaranın tadı iyice bayatlamış, bozulmuş ve nemlenmiş gibiydi ayrıca. Söndürdüm hemen, tiksintiyle. Şekerli çay tek başına daha lezzetliydi. Bir de, çayı şekersiz içerek böylece çayın tadını alıyor olduklarından falan söz ediyorlardı. Şekerli çayın lezzetine kesinlikle yaklaşamayacaklarını içten içe biliyor olmalılardı yine de. E aklın yolu birdir çünkü. Zevklerin ve renklerin tartışılmaya kapatılması gerektiğine kesinlikle karşıyım. Hiçbir şeyi tabulaştırmamak lazım, öyle kesin yargılarla. Masaya yatırılmayacak konu yoktur. Fakat aklın yolu birdir yine de…
O sırada tatil için gittiğim bir oteldeydim. Hale bakın, bunu söylemek aklıma daha yeni geliyor! Yazıya, “oteldeyken…” falan diye başlamalıydım oysa. Sıcak hava çenemi düşürdü galiba. Gevezeleştim eni konu. Benim gibi hazırı ve hizmet etmeyi değil de edilmeyi seven yani kısacası tembel kişiler için eşsiz bir reçetedir, otel tatilleri. Yediğin önünde, yemediğin arkanda falan… Armut pişsin, ağzıma düşsün. Oh ne ala! İçimdeki aidiyet ihtiyacı oldukça yoğundur bir yandan gerçi. Fakat serdeki tembellik, bir miktar çingene ruhluluğu da gelip eklemiş olmalı içime. Aidiyet hissine birkaç gün için boş verebilirdim ilk kez gittiğim bu otelde.
Az önce söylediğim bir şeyin tıpkı bir mıknatıs gibi nefret ve kınamayı üzerime çekeceğine neredeyse eminim ve zaten genel olarak da tam bu duygulardan bahsedecektim. Açıklayayım… ‘Yediğim önümde, yemediğim arkamda’ gibi bir cümleyi kurmak, dahası bunun hemen akabinde armut örneğiyle durumu pekiştirmek, içinizde büyük bir antipatinin oluşmasına sebep oldu, değil mi? Yani ben sizin yerinizde olsaydım, yazar için gayet nahoş duygulara bürünürdüm. Kınamak adını verdiğimiz beşeri, cahilce ve sefil eylem ortaya çıkardı. Kınamak evet, o otel tatilinde kafamı en çok kurcalayan şey buydu. Neden mi?
Havuz ve deniz kenarları, oldukça kozmopolit, çok sesli ve çok renkli bir yapıdaydı, orada. Ruslar, Araplar, Türkler… Bir de din, kültür ve gelenek gibi unsurlar erkeklerin değil de kadınların üzerinde daha elle tutulur ve görünür bir hal alır. Eh, erkekleri düşünecek olursak, giyinişlerinden, saç ve sakal stillerinden onları Müslüman ya da Yahudi diye ayırmaya çalışmak, yanıltıcı sonuçlar doğurabilir. Zira rock müziği dinleyen bir erkeğin sakal bırakması pek de şaşılacak bir şey değildir. Ve İslam aleminde de sakalın ayrı bir yeri vardır malum, sünnet olmasından mütevellit. Oysa baş örtüsü, bir kadının Müslüman olduğunun söylenmesi için yeterli sayılabilecek bir veridir -örtünün aksesuar olarak kullanıldığı istisnalar da mevcuttur-
Ne diyorduk? Kadınların üzerinde görünürlüğü artan haller… Tesettürlü deniz ve havuz giysilerini elbette biliyorsunuzdur. Bir de tanga adı verilen, alta giyilen, arkası bir ipten ibaret olan bikini türlerinden de haberdarsınızdır. İsteyen istediğini giyer ve yapar, öyle değil mi? Kaldı ki bu konuda herkesin özgür olmasını savunanların başında gelirim. Buradan, kapalıların gönlünü okşamaya çalışan bir yaltakçı gibi görünmeyi de hiç istemem ama hissiyatlarımı dürüstçe yazmalıyım şimdi yine de.
Her dinden, ırktan ve fikirden olan insanın yaşama hakkı diğerleriyle eşittir. Pek ala. Kimse kimseye karışmasın! İsteyen çarşafa bürünsün, isteyen ultra mini etek giysin. Fakat bir de şu var ki, ayıp sayılan yerlerin örtülmesi, insani bir içgüdüdür ve kendisiyle malum dışkılama işinin yapıldığı bir organın, aradan bir ip geçirmek suretiyle görünür hale konmasından duyduğum rahatsızlığın, o özgürlük savunuculuğumla çeliştiğini hiç sanmıyorum. Hani yazının başında bahsettiğim o sefil kınama eylemini bizzat fiiliyata döktüğümü gözlemledim orada! Fakat bu noktada, ‘insani bir refleks’ şeklinde açıklıyorum bunu. Hani benim armudun pişip ağzıma düşmesini istemem, şımarıklık ya da tembellik gibi olgularla adlandırılıp kınanabilir -yine de kıymayın bana- ama gözümün önüne konan bu örtünme içgüdüsünü yok sayan görüntü, insanın yaratılışına ve doğasına ters olduğu için, incir yaprağıyla ayıp yerlerini örten Adem ve Havva betimlerini uçuşturdu gözümün önünde hep.
Sonuçta, üflenen dumanı bile havada asılı bırakan rüzgarsızlık, içe işleyen o nemli ve yüksek sıcaklıkta bile doğrularından ve inançlarından taviz vermeyen tesettürlü kadınların kahramanlığı ve yiğitliği takdire şayandı. Onları savunsanız da itici bulsanız da Sezar’ın hakkını Sezar’a verecek kadar dürüst olmak gerekirdi ve evet isteyen de istediğini elbet giyebilir ya da çıkartabilirdi ama insanın doğasında bulunan örtünme güdüsüne zıt gittiği için ipli bikinileri son derece ilkel bulduğumu söylemeliyim, bunun adına kınama denilse bile. Ki bence denilemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.