Taklit hastalığı bizi nerelere götürür
Uzun senelerden bu yana taklit kavramının toplumumuzda bir hastalık hâlinde yerleştiğini esefle görmekteyiz. Taklit hastalığının kaynağının Batı âlemi olduğunu herkes biliyor. Şüphesiz Batılıların da diğer toplumların da güzel yanları vardır. Fakat hiç şüphe yok ki, onların kötü tarafları oldukça fazladır. Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’ın şu mübârek hadisleri konuya ışık tutar mâhiyettedir: ‘İlim, hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.’(Tirmîzî, İlim 19) Mevcut iyi ve doğru, davranış ve bilgilerin alınması, insan olarak bize en çok yakışandır. Fakat bu yapılırken toplumlarda yaşayan değer ve ölçüler bir kenara konamaz. Mânevî, kültürel, yöresel ve geleneksel değerlere aykırı davranış biçimleri körü körüne taklit edilemez. O zaman toplum değerleri birbirine girer ve bir kavram kargaşası yaşanır. Bu durum aynı zamanda insanların ruh sağlığını da menfi etkiler. Dolayısıyla toplumu oluşturan fertler, dengeli ve kararlı bir yapı geliştiremezler.
Her toplumda sosyolojik olarak yaşayan kendine has kural ve kâideler vardır. Batı toplumuyla Doğulunun değerleri ve inançları birbirinden farklıdır. Bir Amerikalıyla bir Avrupalının değerleri de ayrı ayrıdır. Ancak, bazı ortak insânî değerler müstesna. Bizim söylemek istediğimiz mânevî, kültürel, örfî değerler her millette farklılık arz eder. Medya, hazırladığı programlarla halkın genel değerlerine ters düşmemesi gerekir. Bu toplum ruh sağlığı için elzemdir.
Yine yazılı ya da görsel medyadan kim nasıl köşeyi kolayca dönmüş, aldatmaca şekilleri, ahlaksızlık biçimleri, farklı tâciz halleri haberlerde veya dizilerde bir şekilde en ince detaylarına kadar anlatılıyor. Sonra da yalancılık, dolandırıcılık, adam kayırma, yabancılar gibi yaşama şekli, şov merâkı, inançsızlık, ahlaksızlık normal görülüyor. Artık bunları duya duya, dinleye dinleye bir zaman sonra bu yanlışlar insanlara tabî geliyor ve bu şekilde farkında olmadan pek çok çirkin davranış topluma yerleşiyor. Toplumda kol gezen bu olumsuzlukların işlenmemesi adına herkesin başına bir polis dikmek mümkün değildir. İnsanların irâdesinde, var olan kontrol mekanizmasını, dînî-mânevî değerlerle harekete geçirecek bir eğitim modelini hayâta geçirmek en mâkul ve akıllı bir hareket tarzıdır. Bu durum zaman alır ama bu durum emniyet görevlilerinin de işini kolaylaştırır.
Biz hep deriz hep söyleriz ki, bütün problemli durumlara çözüm ancak ve ancak İslam’dadır. Fakat senelerdir toplumumuzda şöyle bir telakkî mevcut: ‘Batı’dan gelirse eyvallah, doğrudur, inanılır ama İslâm’dan gelirse mümkünü yok, orada durmak gerekir.’ Ancak bilinmelidir ki bu çelişkili ve toplum tarafından kabul görmemiş çürük değerlerle nesil yetiştirilemez. Yetiştirilirse işte bugün içinden çıkamadığımız bozuk noktaya gelinir. Analar, Kurtuluş Savaşı’na evlatlarını tıpkı düğüne gider gibi ellerini kınalayarak gönderdiler. ‘Ya şehit ol ya gazi’ dediler. Senelerce emek vererek büyüttükleri yavrularını Allah yolunda vatanlarına armağan ettiler. Bu analarla biz bir târih yazdık. İplik iplik, çile yumağı analar... Faziletli, fedakâr, cefâkar analar... Alnı secdeli, eli tespihli analar... Zaferlerin gözükmeyen kahramanı, hakîki analar... Hakîki analık; çocuğu doğurup, yedirip, içirmek, giydirmek değil, geleceğimizin teminâtı olan çocuklarımızı fedâkar, şuurlu, sâlih ve sâliha bir gönülle kuşatmaktır. Bunu taklit hastalığına yakalanmış anneler nasıl başarabilir?
Bizim toplumumuzda yaşayan davranış modelleri, ölmeyen hep yaşayan değerlerdir. Bu değerler fıtrî ölçülere aykırı düşmeyen, bilakis uygunluğu tartışma götürmez değerlerdir. Bu değerlerle destanlar yazıldı. Bu değerler millîdir, ahlâkîdir, örfîdir.
Bizde âile kutsaldır. Âile içinde bireyler arası öyle bir sevgi bağı vardır ki, bu sâdece dünyâya yönelik değildir. İslâmî değerlere göre uhrevî boyutuyla âile âdeta cenneti hatırlatan bir sevgi ocağıdır. Orada geleceğin teminâtı pırlantalar yetişir. Ancak, günümüzde kitle iletişim araçları vasıtasıyla yapılan tahribat sonucu mâlesef âile sağlamlığını yitirmek üzeredir. Görsel yayın organlarında, kadınlara yönelik özel programlarda, imrendirilerek anlatılan Batı evliliklerinde; kadınların hoşlanmadıkları eşlerini nasıl aldattıkları ve bunun da çok tabî olduğu işlenmektedir. Yanı sıra bizde de ensest ilişkiler, lezbiyencilik, çoklu kişilikler, cinsel kimliklerin iflâsı gibi konular piyasaya sürülmektedir. Bu, hem insanlığının bitirilmesi hem de âilenin dinamitlenmesidir. Normal bir şey gibi gösterilen taklidin bu boyutu, toplumsal felâketlerin habercisidir.
Batı’da âile terbiyesi yönüyle, sevgi-saygı bakımından donuk, candan olmayan ve bizim ahlâkî değerlerimizle hiç bağdaşmayan bir yol izlenmektedir. Âile bireyleri arasında aşırı denecek kadar serbestiyet vardır. Birbirlerine karşı olan sorumlulukları da çok özgürcedir. Eşlerin birbirine sadâkati yerine vefasızlığın, evlatların ebeveynlerine karşı sevgi ve hürmetleri yerine bağımsızlığın ön plâna geçtiği davranışlar hâkimdir orada. Çocuklar gençlik hevesâtının doruk noktası olan 18 yaşına geldiklerinde kendi başına buyruk olup, canlarının istediği gibi yaşayabilmekteler. Âileden ayrılan bu gençler cinsel eğitimi küçük yaştan serbest bir şekilde aldıklarından ve daha çocuk denecek yaşlarda âile kurma sorumluluğuna sâhip olmadıklarından, karşı cinsten istedikleri her kişiyle berâber olabilmekteler. Bu, Batı’nın değerlerinde normaldir. Böylesi menfî değerlerin bize taklit yoluyla yerleştirmeye çalışılması ne büyük talihsizliktir! Bizdeki bugünkü gençliğin buhranının temelinde işte bu olumsuzluklar bulunmaktadır.
Artık uyanma zamânı gelmiştir. Bugün insanlar hep akıllı olduklarını iddia ederler. Akıl ahlâkın bozulmasına, değerlerimizin üstünün çizilmesine müsâde etmez. Nerede bu akıllı olduğunu iddia edenler??? El birliğiyle toplumumuzda oluşan bu yanlışların yerleşmesine mâni olalım. Biz tersine kendi değerlerimizi kimsenin kınamasına bakmadan yaşamaya devam edelim inşaALLAH. Gayret bizden inâyet Cenâb-ı Hakk’tandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.