O şarkının neresindeyiz
Müzeler, antik kentler, geçmiş uygarlıklar genellikle şaşırtır bizi.
Tarihî ayrımlarda, “Mağara Devri, Taş Devri, Ortaçağ v.s.” gibi tanımlamalarda, bölmelerde; zamanımız lehine, alttan alta küçültücü bir hissediş ve biliş de söz konusudur belki. En azından şimdi “cehalet” aşılmıştır. Aydın(lık) asırlarda; yer gök delik deşik edilmiş, inilmiş (fetihlere) çıkılmıştır.
Bazı eksi(klik)lerine rağmen, yaşadığımız çağın hep en mükemmel olduğuna, en zeki(!) insanlar olarak dünyayı kurtarıp(!) kuşattığımıza, teknolojinin egemenliğine, ilerlemeci yenilikçi bir akışa, seyre inanırız.
Oysa tarihteki insan, uygarlıkların da, devrin şartları düşülürse, hiç de azımsanmayacak, değeri yüzyıllar sonra anlaşılacak hamleler yaptığı, hatta kiminde bizden bazı bakımlardan üstün olduğuna bile şahit kalınabilir.
İnsan ve Yaratıcısı aynıdır. Zekâ aynı zekâdır. Herhalde, onlar da vaktiyle benzer “üstenci” edayla, algıyla “yüksek yüksek tepelerde” dolaşmışlardır. Benzer hikâyelerde dolanmışlardır. Fıtrat aynıdır.
Kültürel gezilerde bu olgu daha iyi ortaya çıkar. Ve kurduğumuz düzeni, yaşadığımız hayatı, mevcudiyetimizi de içten içe tartıştırır.
Bu seneki TYB Konya Şubesi’nin ananevî gezisi Isparta Yalvaç’aydı. Yalvaç Müzesi, Pisidia Antiokheia Antik Kenti, Beyşehir Eflatun Pınarı, Beyşehir Eşrefoğlu Camii gezilip görülenler arasındaydı.
Öncelikle bu güzel gezinin gerçekleştirilmesine vesile olan; TYB Konya Şube Başkanı Prof Dr. Hayri Erten’e, Konya Büyükşehir Belediyesi ile Yalvaç Belediyesi’ne, NEÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi bölümü Dr. Öğretim Üyesi İlker Mete Mimiroğlu’na, Arkeolog Ercan Kavaklı’ya ve varlıklarıyla geziyi güzelleştiren bütün arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.
Gördüklerimiz düşündüklerimizden, geziden kalan tortular, duygular, bir kısım notlar:
Bilgi hamulesine rağmen; bir insanlık mirasından ne kadarını tanıdık, yorumladık; sanat, hayat, yol yöntem dersleri aldık. Hazineyi geliştirdik, genişlettik.
Din savaşları; putlaştırmalar, imtiyazlı zengin sınıfı, kuruluş, yıkılış safhaları. Tanrılaştırılan kadın; aziz(e)ler.
Günümüze bakış, değişenler, değişmeyenler; şiddet hükümranlığı… şartlar mukayese edildiğinde ve kıyaslamalar yapıldığında; cevaplar üzücü olabilirdi.
Bizden geriye kalanlar. Muhtemelen zannettiğimiz kadar, gurur verici değildi.
Taşın, ahşabın dili; tanrıların, zamanın söyledikleri. Cansız gibi gözüken şeylerden akan hayat. Ve bir soru: Biz geçtik, ya siz?
Tabiatın, tarihin vazettikleri.
Esasen her gün, bize bir sesleniş, çağrı. Olayların, nesnelerin dilinden elinden illerinden.
Eşyaya gömülmüş insan haykırışları; günden, dünden, bugünden.
Varlık ve yokluk. Ne kadar varız? Neyle varız? Harbiden.
Estetik, mimari, sanat, edebiyat, matematik, ölçü, denge, adalet, entrika, sapma yolları, savaş, kan, aşk kokusu, insanlık şiiri, neşidesi.
Antik Kentte, taş üstünde araba tekerlek izleri; zamanın, yolculuğun, fâniliğin sürüp gitmesi, beka meselesi.
Köpek mezarlarında; kurban edildiği varsayılan köpekler, önden giden (piyonlar, sadakat(!) şampiyonları, kemikler, enikler)…
Su deposuyken, soğuturken, dönüşen; ölümle anılan katil kuyular… O biçim kuyularımız.
Dönemin bir valisinin, karaborsacılığı yasaklayan kararnamesinin yazılı olduğu yazıtlar; Doğu’dan Batı’dan günümüze ince mesajlar.
Selçukludan; Bey(lik)lerden selâmlar. Eşrefoğlu Camiindeki kalem işleri, huzur, halvethane.
Onca camii, okul, mesken bolluğuna; her manada Veli, Danışman, Danışan, Akîl, Mürebbi çokluğuna, nimet bolluğuna ve “Medenilik, büyüklük” iddialarına teranelerine rağmen, yitirdiğimiz huzur, emniyet, gerçek bir ömür neşesi. Gerçek kayıp, kazanç hanesi.
Her devrin meczubu, her devrin divanesi, pervanesi. Aldatanı, kâzibi.
Değişmeyen, sabite, kesinlik. Tek Belirleyici/ Hâkim/ Mülk Sahibi.
Sabır, selamet imtihanları.
Her gün üzerinde düşünmemiz gereken; iç dış hikâyemize karışan nice hadise,, dünyevî hareketlilik, düşünce çemberi. Maveraî nağme.
Bütün hayatımızı “sanat eseri” olarak tarif edenler bulunuyor aramızda; her insan bu anlamda bir sanatçı.
Eğer öyleyse esere ne katıyoruz ve ne işlem(e)ler yapıyoruz. Genelde arzı cehenneme çevirmekte mahiriz.
Yine, “hayatı bestelemekten” söz edenler mevcut.
Bu besteye/ cümleye/ güfteye koyacağımız izler, işaretler; keşfedilmemiş not(a) lar, sesler, yüzler, kelimeler…
Aslında, her an, her gün harika. İşl(en)iyoruz, emek veriyoruz. Sonunda geçi(ni)p gidiyoruz.
Ama bırakalım hayatı(nı) besteleyenleri; sihirli gönül dokunuşlarıyla kalbi tezyin edip, başka hayatları yeniden besteleyen, temiz sayfayla yıkayanlar var.
Taş gibi gönülleri konuşturanlar; dili dîli açanlar.
“Her dem yeni doğarız bizden kim usanası” diyenler.
Şimdi, biz o şarkının neresindeyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.