Modernite ve özgürlük
Türkiye’de yaklaşık iki yüz yıldır maalesef Müslümanlar moderniteyi özgürlük, özgürlüğü ise modernleşme olarak anlamışlardır.
Esasında insanlara tek tek sorsanız modernite ve özgürlük kelimeleri için birbirinden çok farklı anlamlar söyleyebilirler.
Ancak Osmanlı’nın son iki yüzyılında yakalandığımız batı hayranlığı hastalığı diğer pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kavramları alt üst ettiğinden bu kafa karışıklığından faydalanan Avrupa ülkeleri özellikle sanayi devriminden sadece sonra ürettiği mallar için değil ürettiği emperyal fikirler için de iyi bir Pazar bulmuş oldular.
Müslüman toplum bu kafa karışıklığı sonrasında Osmanlı zamanında İspanya’dan gelen Yahudilerin Dünya Savaşı müddetince de Beyaz Rusya’dan gelerek İstanbul’a yerleşen Slav ırkına mensup insanlardan gördükleri giyim ve adetleri modernlik olarak algılamışlardır.
Tanzimat döneminden itibaren önce Osmanlı Devleti’nde sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nde batılılaşma hareketleri adına ortaya konan her düşüncede kadının merkeze alınıp politikaların bu merkez etrafında şekillendirilmesi ise özgürleştirmeden maksadın kadın bedeninin özgürleştirilmesi olarak hayata geçmiştir.
Kadının modernleştirilmesi ve özgürleştirilmesi belli bir noktaya getirildikten sonra ise hem o yakından tanıdığımız ama müdahalelerine karşı koyamadığımız dış güçler hem de bizzat modernleşen muhafazakâr Müslümanlar tarafından toplumda aile kavramını temelden yok edecek derecede zararlar veren yani yeni cinsiyet politikaları üretmeye yönelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde modern ulus devlet ve laiklik politikaları sebebiyle ticari ve sosyal hayata daha fazla katılması şeklinde yüklenen modernleşme ve özgürleşme misyonu maalesef bu günlerde tıpkı Cumhuriyetin ilk yıllarındakine benzer bir şekilde ve yine tek parti iktidarı eliyle sonucunda yine ticari, sosyal ve politik hayata daha fazla katılması gerektiği şeklinde uygulanmaktadır.
Türklerin İslam Dini ile müşerref oluşları sonrasında dinleri sebebiyle Müslümanların kamusal ve özel alanlarının kamusal alanın erkeğe, özel alanın ise kadınlara ayrıldığı ve bunun sonunda da kadınların erkeklerin alanı dışında kalan diğer tüm alanlardan dışlandığı yalanının bu aşamada bir devlet politikası olarak geliştirildiği görülmektedir.
Batı kaynaklı bu politikalar karşısında aşağılık kompleksi ile muhafazakâr yazarlar ve çizerler İslam’ın kadına verilen özgürlükler konusunda batıdan daha üstün olduğunu, uygulamadaki yanlışların temelinde İslam’ın kadınlara verdiği değerin doğru anlaşılmamasından kaynaklandığını müdafaa adına bir takım kitaplar dergiler resimler falan ortaya koymuşlarsa da devletin basın yayın organları üzerindeki baskıcı politikası karşısında varlıklarını sürdüremedikleri görülmüştür.
Mesela Osmanlı dönemindeki devlet adamlarından Said Halim Paşa ve benzeri İslamcı aydınlar toplum hayatının tanzimindeki yeni kabuller üzerine kadınların örtünmeyi bırakmaları, kamusal alanda mahremiyet ölçülerini terk etmeleri ve özgürlük ve modernleşme konusunda yegâne ölçü olarak Batı kültürünü benimsemelerinin ahlaki bir yozlaşma olduğunu ortaya koyarak şiddetle eleştirmeleri de bir fayda sağlamamıştır.
Yine İslamcı aydınlar olarak görülen kişilerin kadınların asli vazifelerinin aile kurmak ve neslin muhafazası için çocuklarını terbiye etmek olduğunu her vesile ile ifade etmelerine rağmen kadınları bu vazife için yetiştirecek eğitim alanlarını oluşturulmasında bizzat yer almamaları sebebiyle söylediklerinin bir tesiri olmamıştır.
Dış kaynaklı mezhepsizlik cereyanının kadınların eğitim vs. gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip oldukları, hatta fitne korkusuyla kadınların yüzlerini örtmelerinin mezheplerin yanlışı olduğunu ileri sürmeleri, pek çok okumuş yazmış insanın ailenin geçiminden erkeklerin sorumlu bulunduğunu öne sürerek kadınların çalışmasına karşı çıkmaları düşüncesinin dini dayanaktan yoksun gibi algılanmasına sebep olmuştur.
Cumhuriyet Hükümetleri döneminde kadının modernleşmesi ve özgürleşmesinin dar anlamda soyunarak asrileşme şeklinde anlaşılması sebebiyle Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesiyle inkılapçıların kafes arkasından kurtardıkları kadın erkek piyasasının en bol ve en ucuz metaı haline getirilmiştir.
Erkeklerin kamusal alanında “İffetli bir Müslüman” ve “ideal bir eş ve anne” olarak bilinen kadının özgürleşmesi ve modernleşmesi adına yapılan hukuki reformlar sonrasında şimdilerde geldiği yer için aynı şeyleri söyleyebileceklerin sayısı her geçen gün azalmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.