Meka meselesi
Bazı cemaatlerin, dini önderlerin siyasetle yakınlıkları, sıkı bağlılıkları sıkıntılı sonuçlar meydana getiriyor.
Geçenlerde muhafazakâr kesimden bir yazar da bu hususa değiniyordu. “Meşhur ve maruf bütün cemaatler, vakıf ve derneklerin”, “seçim öncesi tek bir siyasi parti, lehine destekleme yarışına girmiş olmalarından” bahisle;
İşin “İlim ve gönül ehli insanların toplum üzerindeki derin manevi etkisini kırmaya ve hatta toplumun bir kesimini gereksiz yere hocalara ve gönül ehli insanlara gönül koymalarına, hatta düşman edilmelerine” kadar varacağını belirtiyordu.
Ona göre “asıl beka sorunu, bir partinin oylarının artması ve azalması değil; manevi makamların ve eğitim müesseselerinin saygınlığına halel getirilmesiydi”
Her görüşe, fikre elbette katılmayabilirsiniz ama dinî şahsiyet ve sembollerin yıpratılması; dini yapıların daha çok tartışılır kılınması önemli bir sorun.
Söz gelişi Yunus, Hz. Mevlana, Ahmet Yesevî gibi mümtaz şahsiyetlerin yanı sıra şimdi tasavvuf denilince, günümüzdeki timsallere bakınca ne çeşit olumsuzluklar sıralanıyor.
Temsilcilerin, dinî önderlerin politikayla içli dışlılığı, onların görünürlüğünü de artırıyor. Hatalar, kimi zaaflar daha açık hâle geliyor.
Üstelik siyasîlerin başarısızlık ve zafiyetlerine sizi de ortak kılıyor. Belki günah hanenizi kabartıyor.
Siyaset, dinden üste çıkan bir olgu şeklinde yücelirken; inançlar, güven hissi, itikadî temeller sarsılıyor. Oysa ağacın kökleri özsuyu alabilmeli, dallar yeşermeli, boylanmalı, göğe doğru uzanmalı.
Ayrıca bugün inancımızla, kutsallarımızla ilgili biraz daha savunma durumuna geçiyoruz.
Sağa sola kuru meydan okumaları, politik patırtı gürültüleri kastetmiyorum.
İddialarımızdan, davamızdan, yüce ülkülerimizden söz edemiyoruz. Kalplere dokunan, gönüller fetheden “İslâm’ın Güleryüzü’nü” neredeyse unuttuk.
Beka meselesi ne biliyor musunuz; mukaddesatımız, dinî söz(cü)ler hatıra gelince beliren menfi imaj, soru işaretleri, tereddüt, gölgeler, şüpheli duruma gelen varlığımız, bulanmadan kararmaya giden kahredici savrulma neticeler. Arınma durulma beklenirken, hepten durmalar, hezimetler.
En kestirmeden; toplumdaki ahlaki düşüş, imanımızın diri kavi kalmadığının da göstergesi; bir yozlaşmanın işareti.
Biz mazide olduğu üzere; müşahhas örnekliğimizle, kültürel birikimimizle, dinimizin güzelliklerinin nasıl yaşatılacağı ve yansıtılacağının derdiyle, zirve insanlarımızla ortaya çıkmalıydık.
Bunun telâşı, koşturması, yüklenmesi, irtifası ve ihtişamı lâzımdı.
Hâlbuki nelerle uğraşıyoruz. Suçlamalar, kör dövüşü, kargaşa.
Mesela anlıyoruz ki lider ülke, daha seçim güvenliğini sağlayamamış. Hakikî hiçbir mesele, doğru dürüst konuşulamıyor Türkiye’de.
Diğer taraftan seçmen cephesinin yanında, yöneticilere de ikazlar geliyor.
İktidara yakın bir yazar, dikkat edilmesi gerekli bir uyarıda bulunuyor:
“…potansiyel tehlikesi büyük olan bir kolektif duygunun maalesef oluşmaya başladığının görülmesi gerektiğine” işaret ediyor. “İnsanlar, İstanbul'u vermemek için bu kadar mücadele eden bir parti, iktidarı değiştirmek için yapılacak seçimin sonucuna hiç uymaz demeye başladılar.”
Böylesi tespitler üzücü biliyor musunuz? Esas beka probleminin nerede durduğunu gösteriyor.
Son zamanlarda hep din üzerinden gidildiğinde(n), biz de öyle yaparsak; uygulamalara fazlaca bir dünya saplantısının, saltanat arzusunun yansıdığını gözlemliyoruz. Bu da söylemlerdeki, özdeki uhrevî manevî tonla bağdaşmıyor çelişiyor.
Tabii ne söylenirse söylensin, yukarda yazılan birkaç cümle, kimilerince beka değil meka(!) diye okunabilir; bundan başka, hayatî bir konu değil de, meka(p) meselesi gibi gelebilir.
Neticede, “yol” yürünecek çiğnenecek(!)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.