Manzara
Deşip çıkarılan, yaygınlaştırılan, fesat söylemleri; şer, yozlaşma, tefessüh manzaraları; behimiliğin yoğun bir cehaletin, gafletin aksettiği kara tablolar, şirazeden çıkma.
Tabu olan, dokunulmayan hiç bir şey yok. Mazi güzellemesi yapacak değilim ama evvelce, belki bilinmediğinden, en azından övülerek(!) teşhir edilmediğinden, medyada defalarca üretilip, dallanıp budaklandırılmadığından; iç ve dış kanunlar, mahalle baskısı vs. gibi unsurların katkısıyla muhtemelen, bu derecede kertede kötülük işlenmemiş, yaygınlaşmamıştı. Bunalmamıştık.
Bir dur durak, sınır, herhâlde bir doz vardı. Şimdi o hudutlar çoktan aşılmış durumda. Belki de içe işlemiş yasalar, saf arı duru bir iman baskındı.
Öylesine yaralandık ki. Başınızı da gömemiyorsunuz. Kaçış yok hissi, sıkışmışlık, daraltı,
Din eskisi gibi bütün okul, cami açılışlarına, suret parlatışlarına rağmen kurtarıcı, yol gösterici telakki edilmiyor ne yazık ki.
Çocuklarımız ancak, bisiklet gibi vaatlerle camiye sokulabiliyor.
Çıkarsız hareket etmeyen, doyumsuz büyüklerin çokluğunu akla getirince, acaba daha iri bir hediye de, menfaat karşılığında, başka tarafa mı kayacak diye düşünmeden edemiyorsunuz. Yahut inanç gerekleri, ancak armağan havuçlar ile mi tatbik edilecek.
Ödüllendirme nereye kadar? Ego okşanmadan, kılımızı kıpırdatmıyoruz.
Cemaatler, tarikatlar, her kurumun, değerin içinde güveler, kemirgenler, sürüngenler…
Neye, kime güveneceksiniz. Hep aynı cendere, gidişat, içinde piştiğimiz(!) kay(na)makta devrilmekte olan kazan tencere.
…
Geçenlerde diyanetle ilgili bir haber okudum, üzüldüm doğrusu.
Diyanetin hazırladığı, yaz Kur’an kursları için dağıtılan bir kitapta, çok ince ve muzır mesajlar verildiği ifade ediliyor, “kültürel kargaşaya” dikkat çekiliyordu. Küçük bir misal:
“Kapakta ve iç sayfalarda yer alan bir resimde”, “cami kilise karışımı” bir yapı, camiden ziyade “ kiliseye ait ögeler” yer almıştı. “Dinler arası diyalog” ihanetini hatırlatan bir izlenimle, mesela “ezan okurken, camiye ailece giden kadın erkek çoluk çocuk resmedilerek camiye değil kiliseye gidiş imajı veriliyordu”. Keskin ayrımların ortadan kalktığı, biraz ondan, biraz bundan, çok müsamahalı(!) bileşik bir din(!).
“Caminin bahçesinde şadırvan olur(du), resimde şadırvan yok(tu). Caminin avlusu olur, gölgelik revakları olur(du). Resimde avlu yok(tu). Kasabanın kiliselerine böyle yeşillikten girilir(di). Bu resim hem kilise, hem camidir, ne camidir ne kilisedir…”
Yine Kâbe gibi “kutsal mekânlar çok kötü, kuralsız, perspektifsiz resmedilmişti”.
Özellikle o yaşlarda, farkına varmaksızın zihin mukayese eder, beğenir seçer, üste koyar, biriktirir, onaylar.
G(örüntülü), ahtapotumsu çok kollu bir dünyanın tesiriyle; millî şahsiyetine, özüne, kültürüne bir aşağılık duygusu, manevî bir tahkir küçültme hissiyle bakar.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın izniyle hazırlanan, mesela Türkçe 1’nci sınıf ders kitabındaki haritada Ege adalarının yer almaması gibi; 6’ncı Sınıf Türkçe Dersi Öğrenci Çalışma Kitabında yer alan iğrenç karikatür benzeri, basına yansımış bazı hadiseleri hatırlıyorum.
İnanç gibi, edep ahlâk gibi, millî ruh gibi pek çok değere, kavrama sahip çıkıp, yerleştiremediğimizi sanıyorum.
Daha önce dinî, millî eğitimde; bu kadar özensiz sorumsuz, bigâne miydik bilmiyorum.
Her sahada, gözümüzü kaçıramayacağımız o kadar fazla olumsuz örnek var ki.
Beyin göçü bir tarafa, beyin ölümü gerçekleşmiş ucubeler söz gelişi.
Alın size, acı bir birincilik duyurusu, “dandini dandini dastanalık” türünden olmayan bir haber:
“Uyuşturucu kullanımında, 18 yaş ve altındaki yaş grubunda, dünya sıralamasında ilk ikideyiz; 18 yaş altı ölümlerde birinciyiz.”
Sonra.. bir heyecansızlık, yorgunluk, fikir düşkünlüğü halsizliği, zoraki sürüklenişler.
Hayırlı bir gelişme mevcutsa bile, akışı tersine çevirmeye çalışan, çomak sokan, sinsice engel koyan güçler.
Ölümcül gösteri(m)ler, ruha darbeler.
Her an onarılmaya, uyarılmaya muhtaç olduğumuz halde, defalarca kırılıyorsunuz.
Allah encamımızı hayretsin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.