Kıyametler ve Fidanlar
İliğimize kadar şiddet işlemiş durumda. Her yer kan revan, şiddet güzellemesi. Ruhumuz kanıyor. Damlalar necis iğrenç bir sel gibi.
Alışıyor, fark etmiyoruz, içselleştiriyoruz. Yapış yapış bir duygusallık diğer taraftan. En basit, sıradan şey bile; temellerimizi yerinden oynatmaya, bizi sarsmaya muktedir. Derhal altüst oluyoruz.
Hadiselerin etkisini baskısını karşılama gücü; yaşama en önemlisi iman kuvvetimize ne oldu? Ölçüsüz bir toplum olduk vesselam.
Bu olgunun tezahürleri, yansımaları kademe kademe her yerde görülüyor. Menfi örnekler, duygu karmaşası, k(abartısı), şiddet neşvüneması, basına, TV yayınlarına da yansıyor.
Sevilen dizide, kahramanın ağzından sürekli “İntikam almak, kan akıtmaktan’ söz ediliyor mesela, vurgu böyle. Öfke, nefret de genelde çirkin bir duygunun eseri değil mi?
Aslî dava bu mudur? Taif’teki, kendisini taşlayanlara beddua edinmekten kaçınan Rahmet Peygamberine ne oldu. İbn Arabî’ler, âkil kişiler nereye gitti? İslamiyet’i “Kılıç Dini” gibi sunanların değirmenine su mu taşıyoruz.
Tabii ki yerinde savaş, mücadele, müdahale gerekleri yapılacak. Dünyadan elini eteğini çekmek değil kastettiğim biliyorsunuz.
Yine, ölüm sahnelerinde feryat figan, ortalık yıkılıyor, kıyametler kopuyor. Asrın metanetsiz, dayanıksız, kifayetsiz insanı. 21. Yüzyıla, zamane toplumlarına has algılar ve salgılar.
Zannedersiniz bu toplumlar hiç harp darp, zulüm görmedi. Bir kafeste, adada, pamuklar ipekler içinde; annelerinin dizi dibinde müthiş korunaklı yaşadılar. İlk defa ölüm vakıasıyla karşılaştılar.
Hele erkekler maaşallah, bağrış çığırışta, gözyaşı vaveyla yarışında kesinlikle kadınları geçiyorlar. İnanın “Selçuklular’ da erkek duygusallığı” diye bir şey keşfettik dizi sayesinde.
Atalarımız hep bu ahval içindeyse, tümünün üzüntüden stresten, sekte-i kalpten gitmiş olması gerekirdi herhalde.
Bu yiğitlere, zorlu bir teselli ihtiyacıyla alelacele, “Vah yavrum vah; sen ağlama kıyamam ” diye antidepresan vereceğim yahut derhal üstü çam yapraklı ayran yetiştireceğim geliyor.
N’oluyoruz? Mantık, muhakeme taciri, akıl küpü, beyin gramajı yüksek beyler nerede. Şimdi duygusal patlamalarında, kim kadıncıkları teskin edecek; ayıltıp bayıltacak(!)
Bunlar dünya gözyaşları, kıyamet ağlamaları (Allah Korusun) bir yana. Biz şimdi kimin omuzunu ıslatacağız?
Sessiz, dilsiz gözyaşları, bağrı yanık ruhun mütevazı, mütevekkil damlalarına, asil ıstıraplara ne oldu?
“Hayır ve şer Allah’tan gelir” esa(n)sı nereye uçtu? Basiret, feraset, denge, vakar nereye kondu?
Dizinin çocukları daha aklıselime (hemen sevinmeyin, mahsus selime yazdım) sahibi.
Diğer taraftan akıl almaz bir zalimlik, gaddarlık, vahşet yarışı. Çıta sürekli yükseliyor. Kardeş kanı bile yalanıyor. Reyting uğruna daha da ileri noktalara gidileceğini söyleyebiliriz.
Şüphesiz yüksek haller, makamlar, nadirattan şahsiyetlere mahsus. Ama en kıymetli evladı vefat ettiğinde, çektiğini saklayıp, vazifelerini ikmal edip, durumuna şaşıranlara “Ben Allah’ımı şikâyet edemem’ diyen “uzay kaçkınları” da var aramızda.
Bazen yoğunlaşmış keder, feveran dünyayla fazla içiçelikten doğuyor.
Şişkin benliklerin, hızını alamamış egoların, bütün canını sıkıcı hadiseleri “ŞAHSÎ KIYAMET” olarak niteleyenlerin; ‘Vay bana bu nasıl yapılır?’ diyerek meydanı, Hak ile irtibatı yıkanların isyankâr vaziyeti.
Kimi bölümlerde de bir davadır lâfı gidiyor. Günümüze uyarlanmış ayarlanmış, yönlendirmeye matuf söylemler. A kişisinin davası, B şahsının davası; partisi pırtısı mı olur.
Nizam-ı Âlem Ülküsüne ne oldu? Neden davalar kişiselleştiriyor, tek kişinin yöneticinin keyfine zikrine çapına, çağına münhasır kılınıyor? Tüm yollar, mutlak itaatle tek kişiye bağlanıyor.
Mefkûre böyle indirgendi, sığlaştırıldı mı; günümüz için medeniyet iddiaları da ortadan kalkıyor.
Davalar, yüksek hasletlerle bitişmiş pişmiş aşkla, billurlaşmış tefekkürle, halis imanla taşınır bildiğim kadarıyla. Kinini dava edinenlerin çökerten eksilten ağırlığıyla değil.
…
Daha önce de yazmıştık. İngiliz İslâm mütefekkiri (Sidi Hasan) Gai Eaton; Müslümanlarla ilgili önemli bir tespitte bulunuyor.
“Yakın zamana kadar İslâm’ın sahip olduğu yüceliklerden birisi de, Müslüman dünyasını gezen batılılar tarafından bu dinle özdeşleştirilip benimsenmiş olan dinginlik vasfıdır. Bu, öylesine muhteşem ve parıltılı bir dinginliktir ki karşı karşıya gelen pek çok yabancının imana gelmesini sağlamıştır. Dünya yarın sona erebilir veya bir felaket başımıza gelebilir. Fiillerimizin sonuçlarını bilemeyiz. Ama itidalle karşılayabiliriz.
Yazar ayrıca, bir şuuru, mühim bir yaşama düsturunu dile getiriyor:
“Sıkça zikredilen bir hadisinde Hz. Peygamber, kişi tam bir hurma fidanı(veya ağaç) dikmek üzereyken kıyamet kopmaya başlasa dahi fidanı dikmeye devam etmelidir, diye buyuruyor. Hurma fidanı besin kaynağıdır ve büyümesi zaman aldığından bu örnek, sonrasında ne olup biteceği önemli olmaksızın iyi amelde bulunmanın gereğine işaret etmektedir. İyi bir fiil güzeldir ve güzelliğin değeri bizzat kendisi(nde)dir ki onun yansımaları, bu duyular tiyatrosunu aşıp görüş ufkumuzun dışında kalan boyutlara yayılmaktadır.”
Bu halimizle, bize kim imrenip; cazibemiz huzur ve du(yu)ruşumuz, müessir şahsiyetimiz dolayısıyla, hayranlıkla Müslüman olur kuşkudayım.
Yaşadığımız sürece hüzün elem daima olacak, daima kıyametler kopacak.
Olaylar, sahnede perdede nasıl gelişirse gelişsin; sükûnet teslimiyet içindeki gözyaşlarımız, güzel eylemlerimiz, fidanlarımızı, gönle ekilen tohumları besleyip sulamalı.
Âsice şiddetle akarak, ruhumuzu kurutmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.