Kitaptaki düşüş
Ne kadar çok bölündük... Partilere, mezheplere, nefretlere, takımlara ve daha birçok şeye bölündük. Hep mi böyle bölük bölüktük, yani, en başından beri mi ikiye bölünmemizle başladı -mesela kadın ve erkek diye- her şey, bilmiyorum. Gerçi renk olur, çeşit olur, mozaik olur bunca farklı seçim ve birbirinden ayrı geçimler ama beşer işte, o sürekli şaşan varlık! Kamil olmadıkça hangi beşer ‘insan’ olmuş da kendisinden farklı bir seçim yapana, ya da, seçimsiz bir kimlikle doğana iyi gözle bakabilmiş ki sanki? Kendimizden başka bir şekilde doğana, olana ya da olup doğduktan sonra, kendimizden farklı bir seçim yapana, elimizden gelse ne hava, ne su, ne ateş, ne de toprak verirdik, aslında. Neyse ki zalim beşer değil Dünya’yı döndüren! Neyse ki her yarattığına havayı, suyu, ateşi ve toprağı veren, o çok merhametli Yaratıcı’dır. Aksi halde, ne bir annemiz ne de bir çocuğumuz olurdu. Böylece, “nesil” kelimesine sözlükte bir karşılık olmadan, tek ömürlük bir insanlık süreci hüküm sürebilirdi ancak, bu gezegende. Yaşatmazdık çünkü, kendimizden farklı doğanı, ya da, seçeni… Yaşatmazdık.
Her nedense… Her nedense dayanamaz, sabredemez, tahammül edemeyiz bir farklıya, ya da, bir başka’ya.
Cinsiyet farkı, renk farkı, ne bileyim işte, her türlü fark… Ne kadar da dayanılmazdır!
En temelinden, farklı cinsiyetler, en genelinden de farklı milliyetler ve aradaki sayısız seçimler ve geçimler derken bölük bölük bölünen bizler, gün içerisinde bile aynı masada oturamaz oluyoruz yavaş yavaş, konu farklı takımlara, mezheplere, nefretlere ve siyasi partilere gelince. Farkında mısınız? Artık nefret ve öfke neredeyse maddeleşecek kadar yoğunlaştı aramızda. Atom gibi parçalanıp bölündük. İyice yoğunlaştı nefret ve öfke, açılan aramızda ve her yerde…
En başından beri mi böyle birbirimize hava, su, ateş ve toprak bile vermeyi istemezdik; yoksa son zamanlarda mı arttı bu küstahlık ve bencillik, bilinemiyor elbette ki, tek bir ömürde. Yalnızca kendim kadarını yaşamış ve yaşıyorken, kendimi aşan bir geçmiş zaman kıyasına giremem elbette ama bana öyle geliyor ki, bu işler bu kadar çirkin değildi yeryüzü henüz bu kadar çok yaş almamışken. Gerçi, ilk insanların yani ilk kadının ve ilk erkeğin, cennet bahçelerinden dünya zindanına kovuluş hikayesi anlatılırken, durum farklıdır. Mensubu olarak doğduğum ve benim de bilinçli olarak inanma seçimimi yaptığım dinin kitabında, o ilk insanlara, yani o ilk kadına ve erkeğe, “birbirinize düşman olarak inin” denmiş, daha Kitap’ın ilk suresine bakıldığında. Kadın ve erkek, düşmandır birbirlerine, daha Bakara’da. Sakın makaraya almayın bu gerçeği... Söylenmiş işte! Dayanamıyoruz birbirimize daha cinsiyet farkında bile. Kaldı ki doğduktan sonra yapılan bilinçli seçimler ve tercihler… Neyse ki birbirimizin, olmayan merhametine kalmadık!
Ne garip… Daha en başından beri, farklı olanı düşman olarak gördüğümüz yazılı ama bunca tahammülsüzlük, insanın kendi suçu ve seçimi yine de, bana sorarsanız. Doğuştan gelen ve bilinen anlamıyla ‘kadere atılacak bir suç’ değil de, insanın kendi ellerinin yaptığı bir şey yani, bu kadar çok bölünmek. Çünkü, o ‘düşman olarak inmek’ nasıl insanın kendi elinde olan bir şey değil de adeta yaratılışın bir kod’u hasebindeyse de, aynı şekilde ‘bölünmemek, ayrışmamak’ emri de vardır, yine aynı o inandığım Kitap’ta. Demek ki, bu emre itaatsizlik, insanın bizatihi kendi suçu, yanlışı, günahı ya da eğrisidir.
İyice eğrildi işler…
Dost meclislerinde eğri oturup doğru konuşmak şöyle dursun, aynı masada oturanlar bile birbirlerinden bir siyasi parti, bir mezhep, bir nefret ya da bir takım sebebiyle ayrılıyorlar. Yalnızca fikren değil, kalben ayrılıyorlar hem de! Kendinden farklı olana, doğana ya da seçene, ne bir cinsiyet ne de bir milliyet hatrına sabredebiliyoruz. Somutlaştırıp basitleştirmek gerekirse… En temelinden, bir erkek, anaerkil bir düzenden nefret eder ve en genelinden de, insanların ten renklerinden dolayı aşağılanmasını kaydetmiştir bu tarih.
Bana sorarsanız, o ‘düşman olarak inmek’ konusu, en dibe vurup da süreç tamamlandığında yani düşmanlık iyice yoğunlaşıp da ortaya deccalimsi bir görünüm verdiğinde… Bir bakıma, beşerler de iyice çoğalıp yeryüzünde hiçbir kamil insan kalmadığında… Partiler, takımlar, mezhepler ve nefretler, bundan çok değil, birazcık daha fazla arttığında… ‘iniş’ süreci sonlandığında… Kitap’taki o söz konusu düşmanlık dolu düşüş tamamlandığında, hikaye tam burada bitirilecek. Az kaldı… Bir süreliğine daha tahammülsüzlüğümüzü sürdürmemiz gerek birbirimize karşı, hepsi bu! Bir süre daha…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.