Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Kim Olmadığını Bildiğimsin

Kim Olmadığını Bildiğimsin

Alnımda bir karıncalanma başladı o gün. Hareket etmeyen bir uzuvda, zaten uzuv da olmayan ve baş bölgesine dahil olan sabit bir yerde böyle bir karıncalanma hissinin vuku bulması, olanaksız şeydir aslında. Fakat ilerleyen satırlardaki tüm yazacaklarıma da farklı bir tabiat hakim zaten; apayrı bir atmosfer. Bu yüzden bahsettiğim bu karıncalanma hissi şaşırtmasın.

O sırada oturduğum yerden kalkıp kendime hemen bir ayna bulmam gerektiği bilgisi düştü içime birden. Kaynağı belirsiz ama karşı konulamaz bir buyruğa itaat eden birisi gibi bunu derhal yaptım da. Bir el aynası buldum. Karıncalar da sadece yürümekle kalmayıp koşuşturmaya başladılar tam o sırada. Bunun bir işaret olduğunu sonradan anlayacaktım. Henüz değil.

Elimdeki aynanın ardındaki ‘sır’, gri ve ince bir tabaka olan somut varlığını sırtından çıkartıp atınca, sırrın geriye kalan ve asıl varlığını oluşturan mana kısmı ve ben, baş başa kaldık bir süre.

Alın yazımı gördüm aynada. Karıncalar, meğer dikkatimi o bölgeye çekip bakmam için görevlendirilmişler yalnızca. Beni aynaya kadar ulaştırmaya memurlarmış. Anladım. Görevlerini başarıyla tamamladıktan hemen sonra ansızın sırra kadem basıp ortadan kaybolmalarından bildim bunu. Aniden hızlanan o az önceki koşuşturmacaları, az sonra kaybolacaklarına alametmiş meğer. O işin yalnızca girizgahıymış. Düğümler esas şimdi çözülecekti demek ki.

Alnımdaki yazının, yaşanıp bitmiş ve geçmişe dair olan kısımları açık seçik okunabiliyordu sadece, aynada. Gelecekle ilgili olan kısmı okumak için ise değil sadece benim, başka hiçbir faninin gözü yeterince hünerli değildi. Olamazdı. Bizlerce tamamen okunaksız olan gaybi havadisler mevcuttu orada çünkü. Yazgının yalnızca, satır satır yaşanan kısımlarından haberdar olunabileceğini işte o an kesinkes anlamış oldum. Geri kalan ve varsa, onların cümlesinin sözü dahi edilemezdi, geleceği görmek ya da bilmek iddiasıyla. Dünyadaki fal oklarının hepsi kırılıp ortadan ikiye ayrıldılar sonra bir anlığına, şeytanlar onları yeniden onarıncaya kadar.

Birçok paragraf açılmış ve kapanmıştı, yazgımın ‘yaşananlar’ bölümünde. Bunların kimisi çalakalem; kimisi de bir kaligrafi ustası ya da hattatın elinden çıkmışçasına güzel ve incelikli yazılmış yazılardı. Fakat alnımdaki ateşi 41 dereceye yükselten bir paragraf vardı orada, ateşten harflerle yazılmış. O paragraftan bahsedeceğim.

Çoktan yanıp küllenmeye başlamış harflerden oluşan bu yazı, başka gözlerce seçilemeyecek kadar okunaksızdı şimdi fakat harfiyen bildiğim, tanıdığım, yaşadığım ve tüm o ateşin vücuda getirdiği zaman dilimlerini lokma lokma yiyen kişi bizzat ben olduğum için, yalnızca tarafımca okunabilirdi bunlar şimdi. Okudum da. O yanışı ilk günkü gibi hissederek. Sevsem de sevmesem de benimdi o geçmiş nihayetinde; bana ait ve bana has. Boynunu asilce eğen mütevekkil bir kişi mi, yoksa, baş kaldıran bir isyankar mı olacağımın gerçekleşme ihtimali, hiçbir yanık izini silemez, kaldıramaz ve değiştiremezdi. Zaten haberdarı olduğum bu idrak, bilincimin daha alt bir katmanına inip benliğime tamamen işledi o sırada.

Ateşli bölüme gelirsek… O yanık paragraf, senin isminle başlıyordu aslında. Şimdi bir anda dönüp sana hitap etmeye başlamama şaşırma. Çünkü aslında başından beri seninle konuşuyordum ben. Kim olduğunu değil de, kim olmadığını bildiğimsin sen.

Paragrafın satır başındaki isminin ardından gelen üç nokta, üç kurşunun marifetiyle açılmış deliklerdi, alnımda. Bu delikleri, aynanın o sırrı sayesinde görebiliyordum o an ilk defa.

Adının arkasından atılmış o üç kurşun, yazının ilerleyen kısmının doğasını da ele veriyordu zaten. O an anladım, onca zamandır ayak tabanlarımda bulunan yanık izlerinin tevekkeli olmadığını; meğer hep o ateşin üzerinden yürümüş olduğumu. Tabi yürünürken değil de, yürünüp bitirdikten sonra anlaşılıyordu yolun tabiatı; yazgının mahiyeti. Bana sorsalar o sırada gül bahçelerinin içinden geçiyordum çünkü. Biliyorum ki en az benim kadar senin de kokladığın, bildiğin, gördüğün güllerdi onlar.

Fakat kendi alnındaki o aynı ateşten paragrafı hiçbir zaman okuyamayacaksın sen. Aynanın sırrı sana hiçbir zaman açılmayacağı için, ya da, aynı ateşte benim gibi yanıp tutuşmadığın için hiç. Alnındaki ateş her zaman 36.5 dereceydi senin. Züleyha’nın yanışını bilemedin bu yüzden. Zaten Yusuf da değildin ki, işin aslı.

Kim olduğunu bilmesem de, kim olmadığını bildiğimsin sen; Yusuf olmadığını bildiğim…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi